Yaşları otuzbeş-kırk ve üzeri olanlar hatırlayacaklardır:
1990'lı yılların başlarına kadar, o yıllarda Zonguldak'ın bir kazası olan Karabük'e karayolu ile ulaşmak için, ya düşük standartlı Bartın-Safranbolu ya da Gerede üzerinden Bolu, Çankırı illerinin sınırları içinden geçerek, üç buçuk, dört saatlik bir yolculuk yapılırdı.
Karayolu ulaşımının zahmetli olmasına karşılık, trenin emniyetli oluşu, bölge halkının alışkanlığı gibi nedenlerle, Zonguldak-Karabük arasındaki ulaşım, genelde, çoğu da kömürlü lokomotiflerin çektiği tren yolculukları ile sağlanırdı.
Hatta Zonguldak'tan Ankara, İstanbul istikametine de karayolu ile gitmek için de, önce tren ile Karabük'e gidilir, oradan otobüsle devam edilirdi.
Trene olan bu zoraki rağbet nedeniyle de, özellikle bayramlarda ve tatil zamanlarında, Zonguldak-Karabük arasındaki yolculuklarda; karayolu bağlantısının sağlandığı 1990'lı yılların ortalarına kadar, trenler tıklım tıklım dolar; Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde gördüğümüz görüntüler yaşanırdı.
Yolculuklar eziyet haline gelirdi.
1970'li yıllarda, Devrek'teki; daha sonra da Zonguldak'taki görevim nedeniyle, bizim de ailece, Devrek ve Zonguldak ile (aile büyüklerimizin olduğu) Karabük arasında çok sık tren yolculuklarımız olurdu.
Gelini (eşim) ve torunları Mehmet Akif ve Ersoy ile birlikte 1970'li yılların ortalarında, bir bayram zamanı, rahmetli annemin yapmış olduğu tren yolculuklarından birisinin trajikomik öyküsünü, kendi ağzından, sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnşallah yabancı dilde gibi olan anlatımını anlamakta güçlük çekmezsiniz! (Yazıda kullanılan şive/ağız; Devrek, Yenice, Karabük, Safranbolu ve Kastamonu civarında, köylerde-kasabalarda konuşulan şivedir.)
Artık köylerde de bu orijinallikte bir şive/ağız ile konuşanlar az kalmıştır.
Yazıdaki anlatım, o yıllardaki yolculuğun, o günleri yaşayanlara bir hatırlatma; yaşamayanlara aktarmanın yanı sıra, inşallah üniversitemizin, yöremizdeki kaybolmak üzere olan bu tür şiveler/ağızlar üzerinde çalışacak dil araştırmacılarına da yararı olur.
Öyküyü rahmetli annemin ağzından dinliyoruz:

[*] [*] [*] [*]
Bayram arefesi bi güz günüydü...
Devrek'den bi minübüse bindük.
Bisseetde, ikindü vadi Tefen'ne (Gökçebey'e) endük.
Garabük'e giden gara trene biletlerimizi alduk.
Tren teyilli dedile, ikündüden aşama bekledük.
Beklerkene, uşakla acukduk, susaduk dedile; çentede olanlarınan accuk doyurduk.
Çişimiz geldi dedile...
Helayı bulduk emme b..dan, gokudan giremedük.
Bi çalı dibi bulduk eddüdük.
Aşam ezeni okunukan tren geldi.
Bekleyenle trenin gapılarına; inenle, ellerinde, sırtlarında yükleriynen köylerine giden minibüslerine seyitdi (koştu).
Böyük oğlanı, yer dutsun deyi, bi dayıya bi pençireden içeri atduduk.
Bi gapıya yanaşduk emme girebilene aşk olsun.
Neyisem; zar zor gendümüzü içeri adduk.
Adduk emme, otumadan geçdük, dikilecek yer nerde?
Arala, odala (kompartımanlar) balık isdifi dolmuş da daşacak yer araya.
Yer gavgasından, itişip gakışmadan, bağırıp çığırmadan geçilmeya.
Yer dutsun deyi pençireden içeri sokduğumuz uşağı bulduk.
"Biletsüz uşak oturu mu?" deyi galdumuşla, gapının öğüne gomuşla.
Uşak ağlaya...
Unu alduk, arada bi yere gendümüzü adduk.
Tren gakdukdan epeyi soğra, elinde güçcük çöküç gibi bişeyinen, gapıya, bacaya, tak-tak vura vura; "bilet gonturol" deyi söylene söylene bi suratsuz biletci geldi.
İrezilliğimize bakmadan biletlerimize bakdı.
Bi de "Yanış vagona binmişsiğiz. Burası birinci mevki. Ya arkadaki vagona geçersiğiz, ya fark ödersiğiz" demez mi?
"Yolumuzu aç da geçelim" dedim.
"Ben yol açmaya bakmayan. Biletlere bakıyan" deyince, "Biz arkaya filan geçemeyüz" dedük, farkı ödedük.
Uşakları, tren beklerkene tayın hevlesi, ekmeyinen doyurduyduk.
Azucuk gitmeden "susaduk" demeye başladıla.
İki adımda bi çentedeki su şişesini alıp alıp dıkdıla.
İçdükleri su içlerinde galacak deyil ya...
Biraz soğura da "çişimiz geldi" demeye başladıla.
"La uşağım az galdı, dutun" desek de güççük oğlan anamadı.
Nedsin u da haklı...
Soğunda dizime gelen ıçcaklığından goyvedüğünü anadım.
Garibim, goyverince de ırahatladı, soğura da gözleri gapandı, mışıldamaya başladı.
Tren bi sağa bi sola devrüle devrüle, düdük çala çala giderkene, öğümüzde ikilen bi deliganlı uşak, "Uzungum'a geliyoz, asıl irezilliği, urda göreceyüz" dedi.
Biraz soğura da tren durdu.
"Uzungum'a geldük..." dedile.
Ben Uzungum-Gısagum neresüdü bilmeyan.
Uysam Yenice'ye (Yenice'nin istasyonuna) Uzungum deyalarımış. ([*])
Burda epeyi inen oldu emme arkasından sırtlarında çuvallarınan, torbalarınan, çitlerinen, gucaklarında uşaklarınan binenle, boşalan yerleri hemen doldudu.
İrezilliğimiz daha da çoğaldı.
Deliganlı uşağın dedüğü çıkdı.
Bi yandan uşak ağlamaları, bi yandan çitlerin içindeki ibilerin (hindilerin), toğukların sesleri yetmeyamuş gibi, bi de u galabalıkda cıvara içenlere ne dersin? İçimden b.k iç demek geldi emme deyemedim!.. (1996 yılına kadar trenlerde, otobüslerde, kapalı yerlerde tütün ürünleri içilmesi yasak değildi!)
Sıkışıp galduğumuz yere u gada iysan geldi; çitle içinde ibile, horuzla bile geldi emme, bita u suratsuz biletci hiç gelmedi.
Galebe u bile gendüne yol açamadı.
Derken Garabük'e geliyoz dedile...
Herkesde bi teleşe başladı...
Tren durdu emme galabalıkdan dışarısı görünmeya.
Biz içeridekile inmeyüçün, yerdekile binmeyüçün, gine gapılara, pençirelere yüklendik.
Omuzu guvvetli, gözaçuk olanla fazla beklemeden; inecekle indi, binecekle bindi.
Uşakla eziliya deyi de bağıra çağıra, Allah'ıma bin şükür, gendümüzü dışarı atduk.
Atduk emme, nerdeyise birbirimizi tanıyamayaduk.
Yüzümüz gözümüz, üstümüz başımız, baca delüğünden çıkmış aksıçan gibi olmuş!
Çenteleri gapduk, uşakların ellerinden dudduk.
Şükürler olsun yaradana, biz de bi minübüse bindük, sağlıcanan evimize vaduk.

[*] [*] [*] [*]
Bu sıkıntıları çeken annem, daha sonraki yıllarda, oğlunun, o yıllarda ellerinden tuttuğu torunlarının arabaları ile rahat rahat Safranbolu'ya, Devrek'e, Zonguldak'a gidip gelirken, bir de; "Uşağım... Nerde o eski güzel gidip gelmeler?" diye hayıflanmaz mı?
Bu bizim eski nesil insanımız da, pek çok iyi şey gibi, rahattan da rahatsız oluyor; çektiği çileleri bile özlüyor!
Yıllar sonra, bir arkadaşımla birlikte yaptığımız bir İngiltere seyahatimizde, Londra'dan güneydeki Brayton'a giderken yaptığımız nezih tren yolculuğunda; gülümseyen yüzüyle, "Please ticket, please ticket..." diye diye görevini yapan kondüktörü görünce, rahmetli anamın Gökçebey-Karabük arasındaki tren yolculuğunda sözünü ettiği, o asık suratlı kondüktörü hatırlamıştım.
Hatırlamıştım da "Kendi vatanımda da, Londra-Brayton arasındaki gibi tren yolculuklar yapmak, oralardaki görevliler gibi görevlileri görmek için, daha ne kadar bekleyeceğiz?" diye de düşünmüştüm.
Rahmetli üstad Çetin Altan, böyle güzel beklentiler için; "Köy evlerinin balkonlarından çiçeklerin sarktığı evlerde oturmak; çiçeklerin süslediği masalarda yemek yenildiği zamanlar!" mealinde yanıtlar verirdi.
Bizim köylüler de "Düzelü be, Garabük fabrigasında kütük gibi galın demürleri döğe döğe incecük yapıyala!" derlerdi.
Allah'a çok şükür, geçen zaman içinde, ülkemizde de çok şey düzeldi "emme galebe daha gidilecek çok yol va!"...
Çok zaman oldu, ülke içinde tren yolculuğu yapmıyoruz amma Doğu Ekspresi ile bir Kars yolculuğunu çok arzu ediyoruz.
Zonguldak-Karabük arasındaki tren seferleri ise, yolcu azlığı yüzünden önce azaltılmış, sonra da, yenileme, tamirat nedeniyle, tamamen kaldırılmıştı.
Günümüzde ise, yapılan tamirat ve yenilemeler sonrasında çok rahat hale gelmiştir.
Konforlu yolcu vagonları içinde, eşsiz doğal güzelliklerini seyrede seyrede, bir hafta sonunu, yakınımızdaki Safranbolu'da geçirmenizi çok tavsiye ederim.
Tüm analara, babalara, gelinlere, torunlara; mutlu günlerde, güzel yollarda, güzel yolculuklar dilerim.

[*] [*] [*] [*]
[*] : Bu yazı, yıllar önce yine bu köşede paylaşılmış ve çok beğeni almıştı. İçte dışta yaşanan sıkıntılar nedeniyle, özüne sadık kalınarak tekrarı uygun bulunmuştur.