Rivayet o ki, iki tanış karşılaşır.

Hal hatır…

Bir birinden pek de haz etmezler.

- Görmeyeli epey kilo almışsın. Dana gibi şişmişsin.

- Öyle oldu. Bakım iyiydi. Sen de pek zayıflamışın.

- Bize bakan olmadı.

- Senin sahibin kim?

Böyle uzar gider bu konuşma…

Bakıyoruz Zonguldak’a…

Pek bir karanlık…

Pek bir tutarsız…

Ufuk yok.

Birkaç kişi çırpınıyor:

- Kurtaralım bu şehri…

Diğerleri hesap yapıyor:

- Kurtarırken, ne kadar kendimize kırparız!

Şimdi buradan bakalım.

Bu şehrin sahibi kim?

Varsa “benim” diyen…

Görelim ipi kimin elinde…

Ona göre davranalım.

[*] [*] [*] [*]

Başımıza başkan seçiyoruz.

Hemen etrafını bir takım insanlar kuşatıyor.

Çembere alıyorlar.

Kanıyor ve kandırıyorlar.

Hatta kandırmaları için geniş yelpaze açıyor.

Milletimizin vekilini seçiyoruz.

Çalışıyorlar.

Yatırımcıların yatırmaları için yardım ediyorlar.

Ekonomiye ve sosyal hayata kendi çevrelerinden başlamak üzere yardımcı oluyorlar.

Göle düşen su damlasının halkaları gibi bu destekler genişleyecek.

Ondan çok yoğunlar.

Geri kim kalıyor?

Biz…

Kiminle?

Bizimle…

Sonuç;

Bizim bizden başka sahibimiz yok.

Biz onun için “Zonguldak” diye çırpınıyoruz.

Gidecek yerimiz yok.

Onlar Suriyeli gibiler.

Sıkışınca kaçar, birinin gölgesine sığınırlar.

“Yal”lanacak bir tekne bulurlar.
Olmazsa, kendisine başka kapı bulurlar.

“Yoz”a bakıp yorulacağımıza…

Günde beş litre süt veren bir inek…

Kediden biraz büyük bir dana…

Ne zaman inek olacağı belli olmayan çıkanaksız bir düve…

50 kilo yem yiyip 25 kilo gelen iş görmez bir tosun…

Kuzusundan başkasına süt vermeyen hımbıl yün çuvalı yağ fıçısı bir koyun…

Yağdan ana rahminde kedi yavrusu kadar gelişebilmiş maket gibi bir kuzu…

Fareleri arkadaş edinmiş, tembel bir kedi…

Memleketin yarısını götürseler sesi çıkmayan havlamaz bir köpek…

Günde bir yumurta veren üç tavuk…

Ötmesini bilmeyen bir horoz…

Hepsi kendine çalışıyor.

Sahibine çalışan yok.

Ne yapalım?

İneği, danayı, düveyi satalım.

Tosunu keselim.

Koyunu çevirme yapalım.

Tavukları, teneke tavuk yapalım.

Horoz karta kaçmış, haşlayalım.

Köpeği-kediyi kovalım.

Oh ortalık rahatladı.

Niye boşu boşuna yorulalım?

Bu hayvanlara bakalım.

Sattıklarımızın parasını alalım.

Yetmezse, üzerine biraz kredi çekip katalım.

Gidelim “adam gibi” bir inek alalım.

Hakkıyla bakalım.

Sonra bol bol sağalım.

Süt alalım.

Tereyağı, peynir, çökelek yapalım.

Yoğurdun, sütün kaymağını balın içine koyalım.

Ekmek banıp yiyelim.

Ne gerek var bunca çileye?

İnek de rahat etsin.

Biz de huzur bulalım.

[*] [*] [*] [*]

Buradan bakalım işimize…

20 vasat insan çalıştıracağına…

5 eleman çalıştır.

Bir dostun olsun.

Gönlün de, kafan da rahat olsun.

Kafa yormaya değmez hayat.

Tabi siz bu yazıyı başka yerlere de çekebilirsiniz.

Atfedebilirsiniz.

O da sizin ufkunuzun genişliği…

Allah selamet versin.

Ufkunuz açık olsun…

Dilenci olmazdın…

Dilencinin biri, Bektaşi'ye:

- Bir sadaka ver, sana dua edeyim.

Bektaşi on para verdikten sonra dilenciye dönerek:

- Duanı istemem.

Dilenci sorar:

- Neden?

Bektaşi cevap verir:

- Eğer duan kabul olsaydı, sen dilenci olmazdın!