İlkokuldayken (sene 1940) memur, az da olsa avukat-doktor çocuklarıyla aramızdaki sınıf farkını anlamaya başladık. Ben esnaf çocuğu olduğumdan &[#]8216;Araf&[#]8217;ta idim. Kömür Şirketi&[#]8217;nin yer üstü işçilerinin çocukları da nispeten toktu. O zamanki fakirliği şimdiki nesile anlatmak imkânsız. Şöyle söyleyeyim, perişan olanlar amele ve köylü çocuklarıydı. Bugün zelzeleden çıkan insanların bile giyimleri daha iyiydi.



Bizim evde aç kalmazdık. Fakat af olmaz bir tasarruf vardı. Ampuller mum ışığı gibi. Terkos suyu eve döşenince (O da ne zaman akacağı belli değil) musluklar az su akıtsın diye özel yapılmış, bebek parmağı gibi akardı. En kıymetli olan yiyecekti. Katiyen dökülmez, atılmazdı. Ekmek baş köşede imparatordu. Onun katığı yapılmadan yemek çiğnenmezdi. Hey, yavrum hey şimdi perhiz yapanlar, bayat diye ekmeklerini çöp kovasına basanlar.



Bugünün kedileri bile ekmek yemiyor. O zamanlar ekmek bulan kedi ciğer buldum diye sevinir, ekmeği kaçırırdı. Ben dükkânımızın karşısındaki fırından ve ara ara evimizden ekmek çalıp arkadaşlarıma pay ederdim. Sarı sayfalı defterimden yaprak koparır, kamış ucuna takılmış sabit kalem parçasını ve bit kadar silgimi çoğun gözümün içine bakan garibim kızlara verirdim. Fakir halk için &[#]8216;fırın francala ekmeği baklava&[#]8217; oldu. Zira harp senelerinde fırınlardan çıkan ekmek kepekli ve kapkaraydı. Beyaz ekmeği kara ekmekle katık yapanı da gördüm.



Rahmetli babaannemden &[#]8220;idare edin, idare edin&[#]8221; ikazı kulaklarımın içinde kazındı. İdare etmek &[#]8220;her şeyi kıt kanaat harcayın&[#]8221; demekti.



İstanbul&[#]8217;da yatılı ilkokula gönderildim. Orada aç kaldım. Dünyanın en şahane manzarasına sahip okul (Ortaköy Mektebi Sultani) bana Bastil Zindanı gibi geldi.Babam hastalandığından liseyi bitiremedim. 1955 yılında er olarak girdiğim kışlada yataklar, yastıkların içi ottu ot! Battaniye ve çarşaflar sirke gibi deri kokardı. Her yer bit kaynardı. Askerlik hatıralarım da çok hareketlidir. İnşallah ilerde anlatmaya çalışırım. Hele Tümgeneralim Namık Argüç Paşa&[#]8217;yı yönlendirmemle 260 erin yıkandığı 100 erlik hamamın içini teftiş etmesini hiç unutamıyorum. Her erin cebinde kaşığı olur. Yemek zamanı nerde olursa olsun manga yere oturur. Ortalarına katur kutur nohut, fasulye- taşlı pilav, haşlanmış pırasa, patlıcan- şekersiz hoşaf karavanası konur. (Tabak yoktu) İlk çavuş ve onbaşılar yemeğe başlar. Et yemeği varsa etini yerler erat da suyuna tayın(ekmek) somunu doğrardı. Şimdiki askerlik ne ki? Sanki üç yıldızlı otellerdeler. İçi okunan zarfının üstünde &[#]8220;görülmüştür&[#]8221; damgası olan er mektupları da tarihe karıştı. Terhis olup Zonguldak&[#]8217;a geldiğimde, elimde körüklü bavulum dükkânımıza girdiğimde rahmetli babam &[#]8220;hayırlı olsun&[#]8221; deyip elini öptürdü. İşte o kadar. O saatten sonra günde en az 13 saatlik mesaim başladı.



Bunları yaşayan biri olarak, bu günler beni korkutuyor. Bu kadar lüksün ve israfın Türkiye&[#]8217;mizin felaketine sebep olacak diye korkuyorum. Müsrif bir millet olduk. Çılgın gibi ne satın alsak, ne yesek, nasıl eğlensek? Ailelerin derdi oldu. Devlet harcamaları da dibine kadar savurgan. Dünyayı bilen arkadaşlarım, Amerikalılar dâhil bütün ecnebiler, şölenlerimize ve kaymak tabakalarımızın yaşantılarına şaşırıyorlarmış.


[*][*][*]


1970 yıllarına doğru EKİ Etüd Tesis&[#]8217;te görevli Amerikalı Mühendislerden biri bizim dükkânın müdavimi oldu. Çok anlayışlı, edepli, müskirat alışkanlığı yok, uzun boylu, normal kilolu, kırk yaşlarında, sarışın, yakışıklı bir adam. Bizim dükkân müşterilerini inceliyor, bizimle tarzanca anlaşıyor. Eşiyle de tanıştık. Tipik Amerikalı kocasıyla tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Zonguldak&[#]8217;tan ayrılmalarına yakın evimize akşam yemeğine davet ettik. &[#]8220;Aç gelin&[#]8221; dedim. Karaelmas&[#]8217;ta babamın uyduruk yapılmış evlerinde oturuyoruz. Daktilomun yağdanlık tuşlarına basayım da eşim Afet Hanım&[#]8217;ı azıcık methedeyim. &[#]8220;Çaycuma&[#]8217;nın en güzel kızı. Kusursuz bir ev kadını, on parmağında elli marifet, zevk sahibi, her şeyi ölçülü, dostluğu aranan bir hanım. İki kızını da kendisi gibi yetiştirdi. Ben bunun peşinde beş sene bekledim. Onun da hatası benim gibi zor biriyle evlenmesi oldu. Onun meziyetleri sayesinde bu sene ellinci evlilik yılımıza inşallah başlayacağız. Aşık Atilla&[#]8217;ya duyurulur.&[#]8221;


Amerikalı ve eşi nefis Türk yemeklerini nazlanmadan doyasıya yediler. Eşim, yemekten sonra yaptığı el işlerini çıkardı. Amerikalılar hayranlık sesleriyle inceliyorlar. Geline takılan mücevher takılarımız azdı. Vakit dolsun diye onları da çıkarttık. Amerikalı Hanımı her zaman sade giyimli çok zarif ufak takılarıyla görürdük. Fransızca-Türkçe sözlük İngilizcesiyle anlattılar ki onların böyle mücevher birikimi olmazmış. Ancak kalburüstü hanımlarınki, normal karşılanırmış. Altın devletin kasalarında ekonominin gücü olurmuş. Tabii biz mahcup olduk. Esasında bizim dinimiz de öyle emrediyor, ama dinleyip uyguladığımız yok.


[*][*][*]


Dünya taşıt imparatoru Toyota Fabrikalarının sahibi Sabancılar&[#]8217;ın konuğu olarak eşiyle Türkiye&[#]8217;ye geldi. Büyük olay. Milliyet Gazetesi&[#]8217;nin bir hanım muhabiri eşiyle söyleşi yapıyor. Aklımda kalanları yazıyorum. Kadın diyor ki: &[#]8220;Türk kadınları çok pahalı ve güzel giyiniyor, takıları çok kıymetli. Evleri kat kat çok büyük (protokolde olanların) sayısız hizmet edenleri var. Tıpkı Hint Mihraceleri gibiler. Benim evim 275 metre kare. Dikişimi kendim yaparım. Eşimin giysilerini ben ütülerim. Yemeği ben yaparım. Haftada bir gün temizlikçim gelir. Çok pahalı mücevherlerim yok. Çeşitli yemekten hoşlanmayız. Evimizin iç dekorasyonu filmlerde gördüğünüz gibidir.&[#]8221; Bu söyleşiyi okuyan üst tabaka hanımlarımız ve beylerimiz mosmor olmuştur.


[*][*][*]


Yere bir tane pirinç düşmüş. Babaanne aramaya başlamış. 10 yaşındaki torunu &[#]8220;Aman babaanne bir pirinç tanesi için bu kadar yorulmaya değer mi?&[#]8221; demiş. Babaanne öfkeyle torununa &[#]8220;sen hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyor. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var? Bir tek iğne de öyledir&[#]8221; demiş&[#]8230; Takdir meselesi.


[*][*][*]


İsveç çelik üretiminde dünya piyasasında tanınmış bir ülke. Seneler önce bir arkadaşım anlattıydı. İsveç&[#]8217;te kaldığı otelin banyosunda tıraş olacağı yerde bir not dikkatini çeker. &[#]8220;Lütfen tıraş olduktan sonra jiletinizi çöpe atmayınız, yanda bir kutu var ona bırakınız. Bir tek jilet bile olsa İsveç Çelik Sanayisine yardımcı olursunuz. Teşekkürler&[#]8221;.



Japonlar bizim evlerdeki mobilyalar ve eşyalar için &[#]8220;zavallı evini mezat salonuna çevirmiş&[#]8221; dermiş.



Japonya İkinci Dünya Savaşı&[#]8217;ndan sonra dar boğaza girer. Zamanın başbakanı meclisinde milletine seslenir. &[#]8220;Tanrı şahidim olsun ki, ben ve imparatorumuz borçlarımızı ödeyinceye kadar pirinçten başka bir şey yemeyeceğiz ve başka hiçbir elbisemiz de olmayacak&[#]8221; diye yemin eder. Japon milleti de bu tasarrufa katlanır ve borçtan kurtulurlar.



Finlandiya İkinci Dünya Savaşı&[#]8217;ndan sonra Rusya&[#]8217;ya olan borcunu ödemek için en çok tükettikleri patatesi soymadan yemiş.



Harpte İngiltere dahil böyle gıda tasarrufunda olan devletler besleyici gıdalarını çocuklarından ve askerlerinden esirgememişler.



Gene arkadaşlarımdan İsviçre&[#]8217;de yerleşmiş rahmetli Doğan Abalıoğlu anlattıydı. Mahalli radyolar ve televizyonlar zaman zaman duyurular yapar. Şu tarihte, şu saatte, görevliler gelecek. Siz okumadığınız ve ilgilenmediğiniz ne kadar kitap, dergi, gazete, kağıt, kutu varsa, hatta ilaç prospektüsü dahil kapının önüne koyun ve İsviçre&[#]8217;nin kalkınmasına yardımcı olunuz.


[*][*][*]


Meşhur sözdür. &[#]8220;Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı. Bir komutan bir orduyu. Bir ordu bir ülkeyi kurtarır.&[#]8221;



Takliden Müslüman&[#]8217;ız. Çağdaş yaşamayanları istihza ediyor ve matrak geçiyoruz. Araştırmadan, öğrenmeden kanaat sahibi olarak iddiada bulunuyoruz. Burnumuzun dibindeki İsrail Devleti ve tarihteki Türk Devletleri&[#]8217;nin kurucularının özel hayatları ve devlet harcamalarındaki cimriliklerini hangimiz evlatlarımıza öğretiyoruz. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti&[#]8217;nin kuruluşundan bu yana devlet savurganlığı, padişahlarımızda dahi olmamıştır.



Köylü erkekleri, yazın çalışır kışın yatar. Gençler, &[#]8220;çalışmadan nasıl yaşayabilirim&[#]8221; idealinde. Memurun yüzde doksanı senede üst üste ancak altmış gün çalışır. Devletin borçları ve halkın kredi kart borçları paçalardan akmaktadır. Abartmıyorum.


[*][*][*]


Saygıdeğer kardeşlerim anlatabildim mi? Sizi gücendirdimse bağışlayınız.



Dede torun tarlada oturmuşlar. Dede benim gibi vır vır hep öğüt vermede. Torun da Burak gibi kafasını öne eğmiş dinler pozunda. Dede dinliyor diye seviniyor. Birden torun &[#]8220;tamam&[#]8221; demiş. Dede sormuş &[#]8220;ne tamam?&[#]8221; Torun &[#]8220;yerdeki karınca yuvasına beş yüz karınca girinceye kadar sayabilecek miyim onu sayıyordum, beş yüz sayabildim.&[#]8221;



Bayat ekmeklerinizi papara ve yumurtalı ekmek yapınız. Puf diye şişmanlamazsınız. Bol bol semizotu yemeği ve salatası yapınız. Kapuska yemekleri-salatası ve turşusunu unutmayınız. Turfanda ve sera almayınız. Portakal zamanı geçmeden ince kabuk, don yememiş, dört yol veya Finike seçmece alınız. Sevgilisiyle buluşmaya gidenler portakal reçeli kabuğu yesin.



Çok güzel bir ilkbahar yaşamınızı, sağlıkta ve huzurda olmanızı dua ederim.