İki derslik…

Bir lojman…

Odunluk ve tuvaletler…

Hepsi bu kadardı…

Gün geldi.

Kayıt olduk.

O yıl, 6 yaşındakileri kayıt ediyorlar.

Babam beni bir yaş da büyük yazdırmış.

Beş yaşında başladım ilkokula…

Bir, iki, üç…

Dört, beş…

Sınıflar böyle ayrılmış…

Bizimkisi, Ahmet Hoca…

Ahmet Ay…

Başladık…

A, B, C…

Sonra sayılar…

Derken hecelemeye başladık.

Kara tahtanın kenarından ipler gerili…

Kocaman fişleri kesmişler.

Hece hece…

Kelime kelime…

Birde tam fişler var.

Sırasıyla okuduk hepsini…

Ali ata bak…

Fatma ip atla…

O zaman başka oynayacak çocuk yoktu.

Öğleye kadar okul…

Öğlen yemek tatili...

Evimiz yakın.

Bazen azık götürür.

Bazen eve gelirdik.

Saat üç gibi “paydos”…

Doğru tarlaya…

Oynayacak zaman yok.

Çift vakti öküz çekerdik.

Harman vakti katır sürerdik.

Tarımsal bir faaliyet yoksa…

Başka işler bulunur.

Her dönemin en geçerli işi; çobanlık…

Peygamber mesleği…

5-6 yaşlarında 70-80 davarı tek başımıza güderdik.

Öyle düz ovada değil.

Bayır-bucak ormanlarda…

O zamandan beri biraz tecrübe edindik.

İyi hayvan güderiz.

Keçiye “cıs”...

Kediye “pişt”…

Katıra “has”, “door”...

Köpeğe “hoşt”, “meh”…

İneğe, öküze, danaya “has”, “fa”…

Vesaire, deriz…

[*] [*] [*] [*]

Tabi çocukların şanslı olanları da vardı.

Mesela;

Adı, “Ali” olanlar.

Fiş okunur.

Ali ata bak.

Sınıftaki herkes Ali’ye bakar.

Biraz tebessüm.

Ali mutlu olur.

Bizim arkadaşımız olduğu için biz de mutlu olurduk.

Bir fişten mutlu olabiliyorduk.

Fatma da mutlu olurdu.

İp atlarken…

[*] [*] [*] [*]

Ders çalışma vaktimiz pek olmazdı.

Sabahtan okul…

Akşam üzeri iş-güç…

Akşam eve karanlıkta gelirdik.

Hayvanları ahıra bağla...

Yemlerini-samanlarını ver…

Kapılarını kapat…

Derken saat geçerdi.

Yemek ye…

Bulaşıklar yıkansın.

Kandil ışığı ancak boşa çıkar.

Biz de eğer takat kaldıysa…

Biraz ders yapardık.

Genelde de ders çalıştığımız sofranın başında uyuya kalırdık.

Biri bizi kucağına alıp…

Atardı yatağımıza…

Ertesi gün aynı senaryo…

Hafta sonları tam gün iş…

Çok şükür.

Giyecek kara lastiğimiz…

Kara önlüğümüz…

Bezden çantamız…

Sonuna kadar kullandığımız kurşun kalemlerimiz vardı.

Defterlerin “kulakları kıvrılmasın” diye taktığımız ataçlar lükstü.

Kitaplarımızı özenli kullanır, seneye kardeşimize bırakırdık.

Ama gene de mutluyduk.

Şimdilerde…

O ayrı bir yazıya kaldı