Nasrettin Hoca Akşehir'de kadılık vazifesini yürütür.
Karşısına iki adam çıkmış.
Biri cimriliği ile tanınmış bir aşçı...
Diğeri de boynu bükük bir fakir.
- Nedir derdiniz?
Aşçı konuşur.
- Hocam!
Ben bu adamdan davacıyım.
Dükkanın önünde fasulye pişiriyordum. Tencerenin kenarından buğusu çıkıyordu yemeğin.
Bu adam elinde somun ekmekle geldi. Kopardığı lokmaları yemeğin buğusuna tuttu.
Öyle yedi.
Koca bir ekmeği bitirdi.
Ondan fasulye buğusunun parasını istedim.
Vermedi.
Buğu parasını istiyorum.
Hoca dinler.
Fakire döner.
Sorar.
- Doğru mu bunlar?
- Evet.
- Öyleyse para kesesini çıkar bakalım.
Zavallı fakir.
Eski bir para kesesi çıkarır.
İçinde iki akçe var.
Keseyi Nasrettin Hoca'ya uzatır.
Hoca keseyi açar.
İki akçeyi görür.
Aşçıyı yanına çağırır.
Keseyi aşçının kulağına yaklaştırır.
Sallar.
Kesedeki paralar birbirine sürtünür.
Şıkır şıkır...
Ses verir.
- Hadi aldın alacağını.
Çekil huzurdan.
Aşçı şaşkın.
Sorar.
- Ama nasıl olur?
Ben paramı almadım.
Hoca kızar.
- Fazla uzatma...
Yemeğin buğusunu satan...
Paranın sesini alır.
[*] [*] [*] [*]
Elbet öyledir.
Bizde söz var:
Ne ekersen onu biçersin.
Başka versiyonu.
Rüzgar eken, fırtına biçer.
Hikaye ile ilgili olanı...
Buğu satan paranın sesini alır.
[*] [*] [*] [*]
Gelelim Akköy'e...
Ya da Zonguldak'a...
Geçen haftalarda Ankara'daydım.
Bir dostu ziyaret ettim.
Önemli bir kurum.
İyi bir bürokrat...
Tanıştık.
Hal hatır.
Tanışma faslı.
Ad soyad.
Tomakin'in anlamı.
Meslek.
Sonrası.
Yaşadığımız yer.
Zonguldaklıyız.
Görev icabı...
Gelmiş.
Kalmış.
Tespit şu.
- Zonguldak büyük bir köy.
Cevabı ayrı yazı konusu.
Verdiğimiz imaj bu.
[*] [*] [*] [*]
Şimdi dönelim konumuza.
İktidar var.
Yöneticiler var.
Muhalefet var.
Hepsi konuşuyor.
Hepsi yaptıklarını anlatıyor.
CHP, belediyeyi uçurdu.
AK Parti memleketi.
İşin garibi...
Bizde akıl kalmadı.
Göz görmüyor.
Anlatamıyoruz.
Hepsi hikaye.
Ah bir de karşılığı olsa.
Hoca misali...
- Ne yaptın?
- Hizmet.
- Nerde?
Gösterebilirlerse...
- Ne istiyorsun?
- Al sana oy...
Böyle hizmete böyle oy...
Oy... Oy... Oy...