Genç kız...

Mutsuz...

Her durumdan şikayetçi...

Baba tavsiyelerde bulunur...

Yol gösterir...

Çözüm önerir...

Dinleyen yok.

Şikayetler devam eder.

Her gün...

Her an...

Mutsuzluk...

Baba da bu durumdan rahatsız...

Çözüm arar.

Kızını tuz almaya gönderir.

Tuzu alır.

Getirir.

- Bir bardak su getir.

Su gelir.

- İçine bir kaşık tuz at.

Atar.

- Şimdi onu iç.

Tabii ki içmek istemez.

Baskı kurar.

Zorla içirir.

Kız, tuzlu suyu içer içmez tükürür.

Defalarca tükürür.

- Tadı nasıl?

- Çok acı.

Kızı kolundan tutar...

Tuz torbasını yanına alır...

Yakında bulunan dere kenarına giderler.

- Bir avuç tuz al.

Hatta...

Tuz torbasını dereye dök.

Kız döker.

- Şimdi su iç.

İçer.

Avuç avuç içmeye devam eder.

- Tadı nasıl?

- Ferahlatıcı.

- Tuzun tadını aldın mı?

- Hayır.

[*] [*] [*] [*]

Dere kenarında bir ağacın gölgesine otururlar.

Başlar anlatmaya...

- Yaşamdaki acılar tuz gibidir.

Ne azdır...

Ne de çok.

Herkes için acının miktarı hep aynıdır.

Bir kaşık tuzu bardağa atarsan...

Su acı olur.

Genzini yakar.

Ağzından tadı hemen gitmez.

Bir torba tuzu dereye attık.

Bu suda tadını hissetmedin bile.

Acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlı.

[*] [*] [*] [*]

Dahası...

Kabın genişliğine bağlı...

Her insanın acıları olur.

Mutsuzlukları olur.

Hayat, hiçbir zaman istediğin gibi gitmez.

Mutsuzluk kapını çaldığında...

Yapman gereken davranış belli...

Kabını genişlet.

Acılar bizim için.

Sıkıntıya düştüğümüz de sabır..

Tevekkül...

Sığınacağımız kapı da belli.

Bize düşen...

Bardak olmayı bir kenara bırakmak...

Dere olmak...

Irmak olmak...

Akıp denizlere karışıp...

Derya olmaktır.

Tiryakinin hali...

Ramazan hilali görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilali görmemek için evinin pencerelerini kapatır.

Perdeleri de sımsıkı örter.

Geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş.

Nasılsa bir su birikintisi içinde hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:

- Hey mübarek!

Gözüme mi gireceksin?

Anladık işte Ramazan başlamış!