Üzerinize iyilik sağlık.

Bir ağırlık çöktü.

Göz kapaklarımın üzerinde birer ton yük var.

Yazmak istiyorum.

Elim klavyeye varmıyor.

Sanki 'mouse' virüslü.

Aklıma iki abim geldi.

Aradım.

- Nasılsın?

- İyiyim.

- Sen nasılsın? Ne iyi ettin de aradın.

- Üzerimde bir ağırlık var. Yazı yazmak istiyorum. Olmuyor.

- Köyü yaz.

- Onu yazdım.

- Siyaseti yaz.

- Çok kirli. Bana göre değil.

Kısa sohbetin ardından kapattık telefonu.

Ağırlık gitmedi.

Derken üç misafir geldi.

Ağırlık yine gitmedi.

Tam ikinci ağabeyimi arayacaktım.

Telefon çaldı.

O arıyor.

- Efendim.

- Müsait misin?

- Evet.

- SSK'nın (SGK) önündeyim, hemen gel.

Bürodan çıktım.

Hava sabahki gibi hoş değil.

Biraz kızgın.

Böğrüme böğrüme vuruyor soğuk ellerini.

SSK'nın önünde vardım.

Selamlaştık. Hemen sordu.

Pratik adamdır.

- SSK'da tanıdık var mı?

- Yok. Ama gerek yok. Onların görevi vatandaşın işini yapmak. Konu ne?

Özetle şu:

Bir yeğen var.

Dokuz yaşında.

Anne yaşlı ve hasta.

Baba sizlere ömür.

Yetim maaşı bağlanacak.

Dosya hazırlanmış.

Evrakların tamam olup olmadığına bakılacak.

Ona göre yaşlı kadın ve çocuk Ereğli'den getirilip işlem yaptırılacak.

Evrak eksikse git-gel olmasın.

Bir ayrıntı: Rahmetli en son Bağ-Kur'lu imiş.

Yasaya göre 60 ay silinecek.

SSK'dan yetim maaşı bağlanacak.

Çıktık birinci kata:

Durumu anlatmaya başladık.

Sözümüzü yarıda kesen memur ikinci kata gönderdi.

La havle adam dinlemedi bile.

Çıktık ikinci kata.

Memur çok iyi dinledi.

Gönderdi dördüncü kata.

Çıktık.

Oradaki memur da çok iyi dinledi.

Hatta ikinci kattaki memura gitmemizi söyledi.

Oradan geldiğimizi söyleyince şefine sordu.

O da ilgilendi.

Hatta niye ona geldiğimize şaşırdı.

Kırmadı bizi.

Beşinci kata gönderdi.

Oradaki memur da dinledi.

Hatta oturttu.

Sonra da maratona başladığımız birinci kattaki memurun yolunu gösterdi.

Asansör çağırdık.

Kapıda dört kişilik yazıyor.

İki kişi abim, iki kişi de ben.

Asansörü doldurduk.

Dördüncü kata indiğimizde asansöre binmek isteyen zayıf bayana asansörde yer açabilmek için birbirimize sarıldık.

Girdik birici kattaki memurun yanına.

Kızmasın diye de espri yaptık.

Yine biz geldik.

Pişkin pişkin de gülümsedik.

Ama kime tebessüm ediyorsun.

Sıraya girdik.

- Beyler siz niye bekliyorsunuz?

- Bir şey soracağız. Sıranın gelmesini bekliyoruz.

- Siz boşuna bekliyorsunuz gibime geldi. Sorun bakalım?

İçimden bir sabır daha çektim:

- Adam öldü. Yetim, maaş alacak. Anne yaşlı ve hasta. Şu evraklara bakar mısınız eksik var mı?

- Hangi ağaymış buraya gelemeyen?

- Siz dosyaya bakar mısınız?

- Dosya öbür binada.

- Bizim elimizdeki dosyaya bakın eksik var mı?

- Onlar kendileri gelsin.

- Hay senin Allah iyiliğini versin.

Çıktık.

SGK'da bir dosyaya baktırmak istedik, baktıramadık.

Bir yetim için.

Beş katta beş memurla görüştük.

Hepsinin başında telefon görüşmelerinin bitmesini bekledik.

Sonra yetimin, annesinin ve rahmetlinin hikayesini anlattık.

Sonuç olarak dosya eksik mi, değil mi öğrenemedik.

Üzerimdeki ağırlık yerini sinire bıraktı.

SGK'da sosyal haklarımızı almak için ağa olmamız gerektiğini öğrendim.

Yazıyı yazdım.

Ama artık kendimi öksüz hissediyorum.

Yazıyı niye yazdım?

Devlet Baba bizi nasıl yetim bıraktığını, kendi arşivlerinde saklasın diye.