Zamanın birinde iş arayan biri bir gazeteye uğramış.
- Bana iş verin.
- Ne mezunusun?
- Ortadan terk.
- İyi. Gazete dağıtır mısın?
- Ne iş olsa yaparım. Kaç lira alacağım?
- Sen çalış, bizde kimsenin hakkı kalmaz.
Başlamış bizimki dağıtmaya. Sabah dağıt, akşam topla. Derken hafta dolmuş. Çıkmış patronun karşısına.
- Haftalığımı alabilir miyim?
- Bizde haftalık yok. Maaş var.
- Avans verir misiniz?
- Daha kaç gün oldu buraya geleli? Nerden bilelim parayı alıp kaçmayacağını?
- Harçlık bari verin.
- Maaş alınca harçlığını ayırırsın.
- Tövbe estağfirullah.
Başlamış dağıtmaya.
Sayılı gün çabuk geçiyor.
Aybaşı olmuş.
Patrona gidecek.
Cesaretini toplayamıyor.
Adam aybaşı!
Çok sinirli.
Der demez cesaretini toplayıp çıkıyor.
- Maaşımı alabilir miyim?
- Bugün para yok.
- Ama bugün aybaşı.
- Para bekliyorum. Yarın alırsın.
- Söz vermiştin?
- Unutmazsan iş de vermiştim.
Bir tövbe daha.
Yarın olur para yok.
Ertesi gün olur yok.
Derken bir hafta sonra zar zor maaşın dörtte birini alır.
- Al sana bir haftalık. İdare et.
- Diğerini ne zaman alırım?
- Seni haftalığa çevirdim. Bundan sonra haftalık alırsın.
- Geçen maaş?
- Onu da arada hallederiz.
Maaş uçtu.
Asla iki haftalığı üst üste alamadı.
Azmetti, dağıtıcılığı bıraktı.
Spor muhabiri oldu.
Sonra diğer haberler.
Kendince gazeteci oldu.
Çalışıyor.
Gelen parayı görüyor.
Ufku da açıldı.
Bir iki yerde de fikri soruldu.
Karar verdi.
Bu işi o da yapardı.
Az çalışır az yer.
Çok çalışır çok yer.
Maliyet çıkardı.
Haftalık gazetenin baskı maliyeti.
Sigorta yok.
Kiraya gerek yok.
Evde bilgisayarı da var.
Yazıcı emanet.
Patron oldu.
İşte buna yılan hikâyesindeki &[#]8220;kuyruk acısı&[#]8221; diyoruz.
Böylece, her gün altın getiren yılan oldu.
Niye?
İşveren olmayınca, herkes gazete patronu oldu.
Çoğalan gazetelere bir de bu açıdan bakalım isterseniz.