Rahmetli...
Dedem anlatırdı.
Her fırsatta hayata dair tohumlar ekerdi belleğime.
Çocukluk.
O zamanlar anlamazdık.
Hatta...
Bıraksa, oyun oynasak.
Gibilerinden içimizden geçerdi.
Böyle duyguları dillendirmek.
Ne haddimize.
Ayıp.
Saygısızlık, terbiyesizlik.
[*] [*] [*] [*]
Öğüt bir...
Atın su içtiği yerden su iç.
At pis su içmez.
Şimdilerde ne at kaldı.
Ne de temiz su.
Musluğu açıyoruz.
Nereden geldiğini bilmediğimiz.
Nasıl arıtıldığını bilmediğimiz.
Sadece mecburiyetten temiz olduğuna inandığımız su akıyor.
Bazen bol klorlu.
Bazen pis kokulu.
Bazen çamur çorak.
Akıyor ya.
Ona şükür ediyoruz.
Çünkü akmadığı zamanlar da oluyor.
Bu gidişle.
İsrafa devam edersek.
Biz görmesek bile...
Çocuklarımız, torunlarımız görecek.
Bilim adamlarının dediğine göre...
2050 yılında ülkemiz çölleşecek.
[*] [*] [*] [*]
Öğüt iki...
Kedinin yattığı yere döşeğini ser.
Kedileri öldürüyoruz.
Biz öldürmesek.
Öldürenlere sessiz kalıyoruz.
Bu ayrı konu.
Başımızı sokacak bir yer bulduk ya...
Kiradır.
Hele bir de ödeyebiliyorsak.
Ne kedisi....
Yatağımız ister sünger olsun.
İster ortopedik.
İster tek göz odalı.
İster dört artı bir.
Hele birde kendi evimiz varsa.
Biz yatağımızda kral oluruz!
[*] [*] [*] [*]
Öğüt üç...
Meyvenin kurtlu olanını ye...
O zamanlar meyve vardı.
Her yerde.
Büyüklerimiz yol kenarına.
Taş dibine.
Dağa, bayıra...
Buldukları her yere meyve dikmişler.
Yolu düşen insan yesin.
İnsan gelmezse, kurt kuş yesin.
Beğenmediklerini aşılamışlar.
Hepsi doğal.
Gübre yok.
İlaç yok.
Tüm meyveler doğal.
Şimdilerde meyve bulmak bir yana.
Televizyonlarda reklamlarda.
Marketlerde raflarda görüyoruz.
Gücümüz yeterse.
Sayarak alıyoruz.
Kurduna kim bakar.
Hepsi ilaçlı.
Buzhane.
Bulduk ya...
Ona şükür ediyoruz.
Kurtlu meyveyi bulamıyoruz.
Bulsak da...
Kıymetini bilmiyoruz.
Geldiğimiz yer belli.
Ama gittiğimiz yolun sonu görünmüyor.