Pazar sabahı Hüseyin aradı.

- Kardeşim Erdal´la kahvaltıya geliyoruz.

Nurhayat Hanım sarı alarm verdi, kalktık.
Yusuf ile İbrahim kendi odalarını topladılar.

Oda toplamaktan arazi olmak için yazı yazmaya kaçtım.
Aheste aheste yazdım.

´Cuk´ oturdu.

Nurhayat Hanım´a okudum.

Gözleri doldu.

Kolay kolay beğenmeyen Emre´ye sordum. Beğenmiş.

İşten kaçtım.

Yazı oldu.

Bu arada kahvaltı hazır.

Başladık beklemeye.

Saat 9:00´da Ereğli´den otobüse bindiler. Saat 10:00´da aradılar.

- Minibüse bindik.

Saat 10:45 olunca merak ettim.

- Nerede kaldınız?

- Minibüsün dolmasını bekliyoruz.

Neyse saat 11:00 geldiler.

Sordum;

- Nerede kaldınız?

Hüseyin aksi. Dediğim dedik. Dik başlı. Ondan habersiz yapılan işlere kızar. Hatta kendince ceza verir. Affı olmaz.

Tuttuğunu tutar.

Tutmadığını atar.

Kimseden korkmaz.

Başladı anlatmaya.

- Ereğli´den bir saatte geldik. Buraya gelince bir saat minibüs de bekledik.

- Niye?

- Minibüs dolmayınca kalkmadı. İlk başlarda gelen fazlaydı. Yarım saatte minibüsü doldu. Tek koltuk boş kaldı. Yarım saat bir kişi bekledik. Şoföre sorduk:

- Neyi bekliyoruz?

- Bir kişi.

Hüseyin kızmış.

Bakmış önde bir çocuk annesinin kucağında oturuyor.

Almış çocuğu, koltuğa oturtmuş.

- İşte doldu.. Bunun parasını ben vereceğim. Hadi gidelim.

Şoför bozulmuş.

Basmış gaza doğru mahalleye.

Hüseyin inerken üç kişi parası uzatmış.

Şoför çocuğun parasını almamış.

- Önemli değil.

Hüseyin daha çok kızmış.

- Önemli değildi de bizi niye yarım saat beklettin kardeşim.

İndiler minibüsten.

Biz camda ağaç olduk.

Gözlerimiz yollarda kaldı.

Hoş beş.

Erdal gülüyor. Hüseyin´in aksine çok sakin.

Hüseyin olayı anlatıyor.

Erdal durmadan gülüyor.

Etliye-sütlüye karışmıyor.

Dedesinden...

Babasından...

Dedemden...

Babamdan konuştuk.

Akşam üzeri birlikte Şehir Merkezi´ne geldik.

Minibüsten İskele´de indik.

- Gelin size Zonguldak´ı gezdireyim.

- Tamam.

Birlikte yürüdük.

Kısa zamanda Gazipaşa´yı geçtik.

- Zonguldak bu kadar. Size tüm şehri gezdirdim.

Önce inanmadılar.
Sonra gözleriyle gördüler.

Gezi sırasında yaptığımız sohbetten çıkan notlar.
Bir: Halil Posbıyık bize üç kilometre sahil yaptı.


Burada yok.

Plajı gösterdim.

Hüseyin kızdı.


Erdal güldü.

- Böyle plaj mı olur?



İki: Ereğli´de her beş dakikada bir halk otobüsü var.


Burada minibüsler, saatte bir kalkıyor.

Hüseyin "Artık arabasız gelmem" dedi.


Erdal gülerek cevap verdi: "Yürüyerek gelsem daha iyi."


Zonguldak böyle.


İşinize gelirse.


Hüseyin ve Erdal ile Pazar sabahı şekerleme yaptık.


Güldük.

Eğlendik.


Birlikte Zonguldak´a indiğimizde ise şehrin acı gerçekleriyle yüzleştik.


Şimdi soralım:


Zonguldak niye böyle?



Sevimsiz Başkan...



Başkan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti. Ne yapsa makbule geçmiyor, basın hergün kendisiyle uğraşıyordu.


Nihayet :


"Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun" diye düşündü ve ilan etti:


"Pazar günü saat 10´da denizin üzerinden yürüyerek geçeceğim."


Pazar sabahı saat 10´da tüm basın mensupları toplandılar orada. Başkan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinden yürüyerek karşı kıyıya geçti. Herkesin gözleri dehşetle açılmıştı. Fakat ertesi gün tüm gazetelerde şu başlık okundu :


- Başkan yüzme bilmiyor!