Altmışlı yıllar.
Üç bürokrat sohbet ederken konu elektriğe gelir.
Edison'a gelir.
- Bana göre Edison cennetlik.
Onun icadıyla herkes aydınlanıyor.
- Bana göre de öyle.
Camiler ışıl ışıl herkes rahatça geceleri dahi kuran okuyabiliyor.
- Böyle olmaz.
Müftüye soralım.
Çıkarlar yola...
Varırlar müftünün kapısına...
Çalarlar.
- Selamün aleyküm, aleyküm selam.
Hoş-beş.
Sohbet başlar.
Söz asıl konuya gelir?
- Edison cennete girer mi?
Müftü ortamdaki mülki amire döner.
- Edison sınır kapısına varsa.
Kimliğini gösterse.
'Ben Edison. Elektriğin mucidiyim' beni herkes tanır dese...
Ne olur?
- Görevli ondan pasaport ister.
Vizesine bakar.
Olmazsa sınır kapısından geçemez.
- Bir ülkeden diğerine pasaportsuz giremeyen Edison cennete de pasaportsuz giremez.
Cennetin pasaportu kelimeyi şahadettir.

[*][*][*]
Önce inanacaksın.
Sonra kabul edeceksin.
Dil ile ikrar edeceksin.
Kalp ile takdir edeceksin.
Dil ile söylediniz.
Biz duyduk.
Yetmez.
Kalp var.
Kalbi kim bilir?
Kalbi yaradan bilir.
Yetmez.
Sonra yaşayacaksın.
[*][*][*]
Bizi ilgilendirir mi?
İlgilendirmez.
Bizi kul ile ilgili bölümü ilgilendirir.
Aç mısın?
Tok musun?
Bir ihtiyacın var mı?
Fatih Sultan Mehmed'in dediği gibi.
İnsanlara Allah'ın soracağı sualleri sormayın.
Kulun soracağı sualleri sorun.
Biz orasında bulunmalıyız.
Öyle mi?
Maalesef öyle değil.

[*][*][*]
Öyle bir ortamda yaşıyoruz ki...
İnsanlar kendi noksanlarıyla, ayıplarıyla, hatalarıyla yüzleşmekten kaçıyorlar.
Korkuyor.
Daha doğrusu...
Kendi yaptıklarına kendileri dahi tahammül edemiyorlar.
Bu durumda iki çıkış yolu var.
Bir hatadan dönmek...
Ki erdemdir.
Allah herkese erdemli olmayı, erdemli dostlar edinmeyi nasip etsin.
İkincisi...
Şu anda yapılan.
Başkalarında hatalar aramak.
Topluma onu lanse etmek.
Bundan kimse kazanç elde edemez.
Tecrübeyle sabit.
Ne bu dünyada.
Ne ahirette.
Ahiret boyutu külliyen zarar.
Velhasılı...
Hedef şaşırtmak yerine hatalarımızla yüzleşelim.
Emin olun daha mutlu oluruz.