Atilla, "İşin var mı?" diye sordu.

Yoktu.

"Beraber gidelim" dedi.

"Hem Abdullah Karabacak da gelecek" dedi.

Kıramadım.

Gittik.

İçerisi cıvıl cıvıl.

Hepsi öğrenci.

Bir-iki tane öğretmen.

Havayı hemen hatırladım.

İmam Hatip Lisesi'ndeyden tatmıştım.

Osman Hoca, Hüseyin Hoca...

Allah onlardan razı olsun.

Yurtta kalırken bizi iftarlara götürürlerdi.

Bizi kapıda karşıladı.

Köşede bir masaya aldı.

Çorbaları beklerken sordu:

"Hüseyin Şeker'in yazılarını kim düzenliyor?"

Atilla beni gösterdi.

Bana döndü:

"O zaman benim işim seninle."

"Hele bir dinleyelim."

"Anlatmak istiyorum."

O zaman senin işin Atilla ile.

Genel yayın yönetmeni olan o.

Sonra muhabbet başladı.

Yunus Emre'den, Mevlana'dan, Fatih'ten, Kanuni'den.

Gothe'ye varıncaya kadar.

Marks ve Lenin'e uzandık mı hatırlamıyorum.

Sohbet mükemmeldi.

Kafasında ne kadar bilgi varsa aktarmak istiyordu.

Bunun için sonradan buluşmaya karar verdik.

Biz soracaktık.

O cevaplayacaktı.

Nasip olmadı.

[*] [*] [*]

Şeker Dede'nin ya da onu tanıyanların ağzından değil.

Cenazeye katılan iyi insanlardan.

Cemaatin kalabalığından.

İyiliğine...

İyilik için çalıştığına dair bir not düşebiliriz.

[*] [*] [*]

Etkilendiğim nokta iftara katılan öğrencilerdi.

Sormadan anladım.

Hepsi buram buram köy kokuyorlardı.

Gözleri pırıl pırıldı.

Vefakar ve cefakardılar.

Sıkılganlıklarından ve utangaçlıklarından ar perdelerinin sapasağlam olduğunu gördüm.

Mütevaziydiler.

Hepsi ona dua ettiler.

Teşekkür ettiler.

Allah dualarını kabul etsin.

[*] [*] [*]

Tüm bunların özeti şu.

İlim sahibi.

Mütevazi.

Elindekini dağıtan.

Eğitime önem veren.

İhtiyaç sahiplerine yardım eden değil, aynı zamanda onlarla aynı havayı solumayı seven bir insandı.

Allah, amelince rahmet eylesin.

[*] [*] [*]

Reklamsız...

Şaşasız...

Gürültüsüz...

Patırtısız...

Hak yolunda bir hayat.

Allah, dileyen herkese nasip etsin.

Yaralı eşek...

Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri "kuddise sirruh" Mesnevi 2. Cildinde şu hikayeyi anlatır:

Birinin eşeğinin sırtında bir yara çıktı.

Öyle ki, derisi kalkmış, eti gözüküyordu.

Sahibi eşeğin yarasına bir bez bağladı ve o bez yaraya yapıştı.

Bir zaman sonra, yarası iyileşti zannederek o bezi çekip çıkarmak istedi.

Yarası daha iyileşmemişti ve yapışan bezi çekerken etini de çekiyordu.

Eşek acıdan derhal çifte atmaya başladı.

Hele bu eşeğin elli tane yarası olursa ve bu elli yaraya da yapışmış elli bez bulunursa artık sen onları çekip çıkarmaya çalışan eşeğin halini düşün.

İşte ey aziz, dünya hırsı insanda yara gibidir.

Bu yaralara yapıştırılan bez de mal mülk gibidir.

Kimin hırsı fazla ise yarası fazladır.

Mal hırsı kaplamış bir insandan bir şey istemek, yarasına yapışmış bezi çekmek gibi bu adama acı verir.

Bu insan, misalini verdiğimiz yaralı eşeğe benzer.

Sen sakın yaralı eşek olma!