Zaman zaman sınav yaparlar.

Her defasında sistem değişir.

Neden?

Akköy’de lafın tamamı deliye söylenir.

Siz anladınız onu…

Ve en son iş, yine de her ihtimale karşı mülakata bırakılır.

Sonuç…

Malum…

Bu bir iman sorunudur.

Adam hafızdır.

İki kelimeyi bir araya getirip sağlam bir cümle kuramaz.

Çünkü; hatiplik başka, hafızlık başkadır.

Adam, iyi hatiptir.

İnsanın ağzından girip, burnundan çıkar.

İşi en sonunda mideye bağlar.

Dünyalığa bağlar.

Kalbe bağlamadıktan sonra, bu da bir işe yaramaz.

Özetle; ilim-irfan olacak.

Hitabet, edep, ahlak olacak.

Yetmez; sosyal olacak.

İlmini; bir lojmanın köşesine, bir imam odasına ya da bir kafatasının içine gömüp, kendisiyle birlikte toprakta çürütmeyecek.

Dahası var.

Ama bunlar olmazsa olmaz.

Bunlar eksik olursa ne olur?

Örneği çok.

İyi bir torpil bulur.

Memleketine bakarlar.

Kökenine bakarlar.

Olmadı, cemaatine bakarlar.

Merkezde kıyak bir yere atamasını yaparlar.

Ne olacak?

Torpilli de namazları kıldıracak; torpilsiz de, vekil de, sözleşmeli de…

Fark nerede?

İmam da…

İmam hak yerse, cemaat kendi yargısını oluşturur.

Kendinden olmayan herkese bir kulp takar…

Yetmedi, kelepçe takıp içeri atar.

O da “Burası Yusufiye” deyip içeride yatar.

Çıkınca da adaletten umudunu keser, başka yollara sapar.

[*] [*] [*] [*]

Neyse, bizim konumuz tüm bunlarla alakasız…

Alakalı yeri; imam ve cami…

Cumartesi sabahı Zonguldak Merkez’de Ulu Cami ve Yeni Cami’yi ziyaret ettik.

Dış kapılarına asma kilit vurmuşlar.

Allah’ın evini Müslüman’a kapatmışlar.

Anladık, inancımız yok.

Allah evini koruyamaz(!), içerideki cihazları Müslümanlar çalar…

İyi de, bari şadırvanları açık bıraksanız.

Hatta girişte bir yerde ufacık bir bölmede namaz kılınabilecek bir yer olsa…

Daha Müslümanca olmaz mı?

Pek kıymetli hocalarım ve Müftü Bey hazretleri;

Tabi sizin daha önemli görevleriniz olduğundan bu ayrıntıları düşünememiş olabilirsiniz.

Biz sizin yerinize düşündük.

Biraz hakkınızı gasp ettiysek, siz ilim-irfan sahibi insanlarsınız.

Sövene dilsiz, dövene elsiz…

Bizi affedersiniz.

Hakkınızı helal edersiniz.

Bize gelince; biz kimiz ki, sizde kul hakkımız ola!

Allah’ın yardımı…

Hocanın biri, fi tarihinde bir cenazeye giderken trafik kazası geçirir.

Kafa-göz yarık…

Doğru hastaneye…

Git-gel, pansuman-dikiş…

Epey zaman geçer.

Bu arada olay duyulur.

Arayan-soran, ziyarete gelen…

Geçmiş olsun…

Hoca döner köyüne…

Doğru görevine…

Cenaze ile ilgili hizmetlerini yapar.

Kur’an okur, dua eder.

Sonra görev biter, gelir eve…

Ziyaretçiler de ardından gelir.

- Hoca, geçmiş olsun.

- Allah razı olsun.

- Hele bir anlat, nasıl oldu bu iş?

Kısaca anlatır.

- Ağrın-sancın var mı?

- Var biraz.

- Eeee, o zaman o kadar saat görev yaptın, Kur’an okudun. Nasıl becerdin bu işi?

- Çektim besmeleyi okudum.

- Zor olmadı mı?

- Yahu kardeşim, bu Yüce Mevla arsıza-hırsıza bile mühlet veriyor, tövbe etmesi için.

Biz oraya onun kelamını okumaya gittik. Çektik besmeleyi okuduk.

Bize bu zamanda yardım etmeyecek de, ne zaman yardım edecek?

O nasip etti.

Biz okuduk.

Hepsi bu kadar…

[*] [*] [*] [*]

Gerçekten yazı da bu kadar…

Allah yardımcımız olsun.