Dört mevsim.
İlkbahar yaz.
Sonbahar kış.
Alıştık.
çok güzel oluyordu.
Şimdilerde...
Yılımız iki mevsime düştü.
Yaz.
Kış.
Doğaya gereken özeni göstermedik.
Ne ona acıdık.

Nede kendimize.
Yüce mevla'da bize iki mevsim bıraktı.
Baharı beklerken.
Mevsim yaz oluyor.
Sonbaharı beklerken.
Mevsim kış oluyor.
Mayıs ayında kar yağıyor.
Aralık ayında erik ağaçları çiçek açıyor.
Kısacası...
Ağaçlara acımadık.
Kestik.
Tarla yaptık.

Ev yaptık.

En güzel yerlere fabrikalar kurduk.
Hidoelektrik santralleri kurduk güzelim derelere.
Siyanür ile altın aradık yıllar meydan okuyan ağaçları keserek.
Şimdi soralım.
Bir ağaç kaç gram altın eder?
Yada...
Çıkardığımız maden ile ağaçların ürettiği oksijeni satın alabilir miyiz?
Yağmur yağdırabilir miyiz?
Bunları hep biz yaptık.
Öyle deyince.
Muhalifler suçu hükümete atıyor.
İyi de...
Bu hükümetleri de millet seçti.
Öyle yada böyle...
Orada görev yapan insanlar...
Seçilenler.
Atananlar.
Hepsi bizim insanımız.
Komşumuz.
Akrabamız.
Dostumuz, arkadaşımız.
Hemşehrimiz.
[*][*][*]

Olaya bireysel olarak bakalım.
Bir santimetre toprak yüz ile bin yıl arasında oluşur.
Bir atık pil en az 4 metreküp toprağı zehirler.
Deterjanlar.
Spreyler.
Boyalar.
Saymakla bitmez.
Sermaye kendini korumak.
Güçlendirmek.
Daha da çoğaltmak için doğaya acımıyor.
Bizim yaptıklarımızdan elde ettiğimiz kazanç nedir?
Örnek...
Yere attığımız bir naylon poşetten.
Rastgele attığımız atık pillerden.
Boşu boşuna akıttığımız sulardan.
Ne kadar kazancımız var?
Kocaman bir hiç.
Zarar ediyoruz.
Zarar veriyoruz.
Adeta sermaye ile yarışıyoruz.
Biz kendimizi daha çok sömürürüz.
Daha çok zarar veririz.
Biz de bir huy var.
Başa gelmeden görmeyiz.
Umursamayız.
Görmezden geliriz.
Doğa, su israf konusunda böyle davranıyoruz.
Sonuç.
İki mevsim.
Atalarımızdan aldığımız emaneti sağ salim çocuklarımıza ulaştıramıyoruz,
Belki sermayeye, hükümetlere gücümüz yetmez.
En azından kendimize 'dur' diyebiliriz.
Yeniden baharları görme ümidiyle.
Kalın sağlıcakla.