Çarşıdan gelmiş.

Kapının önünde...

Kapının kenarını araladı.

Saklanarak baktı.

Elma ağacının dibinde...

Sırtı dönük.

Birisiyle konuşuyor.

Tam geri dönmeye başladı.

Yüzünün yarısı göründü.

Kapının aralığı hızlıca kapandı.

- Görmesin...

Görülmemeliydi.

Utandı.

Neyinden?

Neden?

Bilmiyordu.

Utandı.

Hiç çarşılı görmemişti.

Neydi?

Nasıl biriydi?

Hiçbir fikri yoktu.

Sadece ona kendini göstermekten utandı.

Bu kez ağaç kapının üzerinde bulunan bir göz genişliğindeki budak deliğinden baktı.

- Bu tarafa bakıyor.

Hemen çekildi.

Gözünü göstermekten çekindi.

[*] [*] [*] [*]

Halbuki...

Ne aralanan kapının kenarında görünüyordu.

Ne de...

Kapıda bulunan budak deliğinden görünmesi mümkün...

O görüyorsa...

Kendi de görünürdü.

O kadar düşünüyordu.

Görmek istedi.

Saklandı.

[*] [*] [*] [*]

Başka bir zaman...

Başka bir hikaye...

- Geliyor...

Dediler.

Geldi.

Önceden hazırlandılar.

En güzel elbiselerini giydiler.

Bu kez kaçış yok.

Önce saklandılar.

Sonra karşılaşmak zorunda kaldılar.

Geldi misafir.

- Hoş geldin.

Yüzler yerde.

Hepsi kapı dibinde ayakta...

Utanıyorlar.

Ar perdesi kapalı...

Sonuna kadar edeple dolu bir dünya...

Konuşmaktan utanıyorlar.

Oturmaktan utanıyorlar.

Yemek-içmek...

Hele hele aynı sofraya oturmak...

Çok büyük ayıp...

Misafir...

Çarşılı...

Şehir görmüş...

Medeniyet görmüş insan.

Yemediğinden yedirecek.

En güzel içecekleri ona ikram edeceksin.

"Kırk yıl hatırı olur" diye sakladığın bir fincan kahveyi ona ikram edeceksin.

Eğer beğendiği bir şey varsa...

Sarıp-sarmalayacak.

Hediye paketi yapacaksın.

"Belki beğenmez" diye...

Ezile büzüle...

Hediye edeceksin.

Böyle yetiştik...

[*] [*] [*] [*]

Ar duygusu yüksek...

"Büyük insanlar" diye...

Geldiğimiz nokta şu...

- Köylü...

- Cahil...

- Bir şey bilmez...

Vesaire...

Horladılar.

Nimetlerini aldılar.

Emeklerini, geleceklerini çaldılar.

Hep bu utanma duygusunu...

Edebi kendilerine kullandılar.

[*] [*] [*] [*]

Yıllarca bunu anlayamadık.

- Adam sandık ayıyı...

Kafamıza vurdu kayayı...

Öğrendik.

Bu kez sesimizi çıkartacağız.

- Biz de insanız.

- Bizim haklarımız var.

- İhtiyaçlarımız var.

- Bunları bize verin.

Başka yüzlerini gösterdiler.

Gördük.

Söylemeye başladık.

Kime?

Arsıza...

Hırsıza...

Arsız laftan anlar mı?

Elbette anlamaz.

Ama onlar "arsız" diye biz edebimizi bozmadık.

Bunu "korkaklık" bildiler.

"Cahillik" bildiler.

Yine çaldılar geleceğimiz...

Ne olacak?

Aynı yolda yürüyeceğiz...

Ar, edep, haya...

Bir de "hak" tecelli edecek.

Onu bilir, iman ederiz.

Allah edepten ayırmasın...