5187 Sayılı Basın Kanunu'nun 3’üncü maddesinde şöyle der: 
“Madde 3- Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
Biz, mesleğimizi bu maddeye dayanarak yaparız.
Haber yazarken "5N1K" kuralına uyarız.
"5N1K" yöntemi, bilgiye ulaşmada bireyleri düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eder. "5N1K" açılımı, temel sorular ile ifade edilir. “Ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim” sorularının kullanılmasıyla konunun derinlemesine incelenmesi ve ayrıntıların yüzeye çıkarılması amaçlanır.
Ama köşe yazısı için "5N1K" kuralı gerekli değildir.
Zonguldak’ta sansasyon yaratan bir çok habere imza attık.
Atmaya da devam edeceğiz.
Cesaretimizi, 5187 Sayılı Basın Kanunu'nun bize tanıdığı ayrıcalıktan alıyoruz.
Yetkili bir yargı mensubu, kişisel bir sebeple soruşturma başlatıp, iki avukatın ofisinde arama yapmışsa, haberdir.
Üstelik bir avukata tatilde gözaltı yapmak, yazlığını aramak, Zonguldak’a getirip evini-ofisini aramak, haberdir.
Burada eleştirilmesi gereken; biz değil, olaya sessiz kalan Zonguldak Barosu’dur!
"Ortalık yangın yerine dönmesin" diye yumuşak bir giriş yaptık!
Ama bu yumuşak girişten sonra gördük ki, olay bu kadarla sınırlı değil!
Biz, olayın asıl nedenini de, soruşturmaya konu oluşumunu da biliyoruz.
İstiyoruz ve bekliyoruz ki, yetkililer çıkıp bir açıklama yapsın.
Zonguldak Barosu konuşsun!
Zonguldak Barosu’nun sustuğu yerde, bizim biraz daha ileriye gitmemiz beklenemez.
Böyle diyoruz ama biz, yeni bilgi ve belgeler gelirse biraz daha ileri gideriz!

70 centten 750 TL’ye...

Devlet, kredi kartı limiti 100 bin liranın üzerinde olanlardan savunma sanayimizi güçlendirmek için yılda bir kez 750 lira almayı düşünmüş.
Aman Allah’im, kızılca kıyamet kopuyor!
Allah, Türkiye’yi bir savaşa sokmaz inşallah!
Bu ülke için seve seve canını veren insanlar varken, 750 TL’nin hesabını yapanlar var!
Kurtuluş Savaşı'nda, o yoklukta herkes elindekinin yarısını vermişti.
Bu vatan, öyle kurtuldu.
Şimdi 750 liranın hesabını yapanlarla biz nasıl savaşa gideriz?
Allah, bizi böyle düşünenlerin 750 TL’sine muhtaç etmesin!
Bu ülke, 70 cente muhtaç dönemler yaşadı!
Bugünler geçer...
Ama 750 lira için kredi kartını yırtanları unutmaz!

Kıssadan Hisse: Yalan...

Bir zamanlar padişahın biri, bir yalan yarışması düzenlenmesini emretti. Ülkenin her yerinden yalan yarışmasına katılanlar; padişahın huzuruna çıkıp inanılması güç, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir yalan söyleyeceklerdi. Padişah kimin yalanının gerçekleşmesinin mümkün olmadığına kanaat getirirse onu bir kese altınla ödüllendirecekti.
Ülkenin en usta yalancıları, en usta dolandırıcıları birer birer padişahın huzuruna çıkıp yalan söylemeye başladılar. İçlerinden biri çıkıp, "Padişahım, ben ta gökyüzüne uzanan bir merdiven kurdum!" dedi.
Padişah, "Olabilir, mümkündür" yanıtını verdi.
Bir diğeri gelip, "Padişahım, ben okyanusu geçebilecek bir köprü kurdum!" dedi.
Padişah buna da, "Olabilir, mümkündür" diye karşılık verdi.
Daha birçok yalancı gelip sırayla yalanlar söylediler. Ancak padişah, hepsine biraz düşünüp "Olabilir, mümkündür" yanıtını veriyordu. Ama yarışmaya katılan bir kişi vardı ki; bir tek o fark etmişti bu yarışın yalan yarışından ziyade bir akıl yarışı olduğunu... Ve sıra ona geldiğinde öyle bir yalan söyledi ki; padişah, bunun olup olamayacağını düşünme ihtiyacı bile hissetmedi. Bu akıllı adam, yalan yarışmasını şu yalanla kazandı:
"Padişahım, sizin merhum muhterem pederinizin, benim merhum muhterem pederime bir kese altın borcu vardı!" (Alıntı)