Hz. Adem'in ilk çiftçi olduğunu anam anlattı.

Yeryüzünün bir başından diğer ucuna öküzleriyle çift sürermiş.

Düşünüyorum, 'yeryüzü' dedikleri bizim Akköy'den birkaç kat büyük.

Anamın okuma-yazması yok.

Benim olsa ne olacak?

Okuyacak kitap yok.

Kitap satın alacak ufuk yok.

Evde babamın askerden getirdiği birkaç kitap var.

Onu da dedem kapalı dolaba koymuş.

Öyle alıp okumak yok.

Tek başına ellemek bile yasak.

Zaman zaman onu tahta dolaptan çıkarıp dedeme okuyorum.

Hiçbir şey anlamıyorum.

O dinliyor.

Anlayıp-anlamadığını hatırlayamıyorum.

Biz okumaya devam ettik.

İlkokul bitti.

Yoğun bir mücadele vererek, ortaokula gitme hakkını aldım.

Ve ardından lise.

Sonra üniversite.

O da ne?

Paramız yok.

Parayı bulacak aklımız yok.

Parasız okuyacak cesaretimiz yok.

O zaman üniversite okumak da yok.

Kendimizi zamanın Seç Haber Gazetesi'nde dağıtıcı olarak bulduk.

Zaten gazetecilik okumak istiyordum.

Al sana gazete.

Başladık, bitiremedik, bugün buradayız.

Arada üniversite maceramız da oldu.

Konumuz o değil.

Dağıtıcılıktan çaylak muhabirliğe geçtiğimiz dönemler.

Dediler ki:

- Bir Profesör bulduk.

O gelecek.

Hem de Zonguldaklı.

Lise öğretmeninden daha büyük bir öğretmen olmalı.

Çünkü bu adam öğretmenlerin hocası.

Hayalim bu kadar.

Ama Zonguldak ile profesörü ikinci defa aynı cümlede duyuyorum.

Birincisi; Prof. Dr. Sayın Mümtaz Soysal'dı.

İlk gördüğümde çok etkilenmiştim.

O kadar alçakgönüllüydü ki.

Bizimle konuşurken, sanki elinde büyümüşüz.

Torunuymuşuz gibi davrandı.

Nezaket sahibi, 'incinmeyelim' diye yanından hiç ayırmadı bizi.

Etrafında bulunan gösteriş budalalarına inat bizi sevdi.

Biz de onu sevdik.

Diyaloğumuz devam edemedi.

İkincisi; Prof. Dr. Ali Osman Özcan.

Tanıştık... Konuştuk... Kaynaştık...

Zaman zaman görüşmelerimizin arası uzadı.

Ancak hiç kopmadık.

Erdoğan Aslıyüce ile birlikte misafirim oldular.

Onları ağırlamamdan çok mutlu oldu.

Canım Hocam benim.

Yolda uzun uzadıya 'Tomakinim' demiştir.

Biz de onu mahcup etmedik.

İstanbul'a ziyaretine gittik.

İşi-gücü bıraktı, bizi bilmediğimiz, görmediğimiz tarihi yerlere götürdü.

Çok değerli insanlarla tanıştırdı.

Çok sevindik.

Yetmedi, sürpriz yaptı.

İstanbul'dan kalkıp Akköy'e ziyaretimize geldi.

Yeşil fındık topladık.

Bırakmadı bizi.

Yine geldi; gölgede yoğurt, yumurta yedik.

Seralardan domates, biber, salatalık çektik.

Yine gelecek.

Bu sıralar azıcık rahatsızlığı var.

İyileşip, gelecek.

Domates toplayacağız.

Traktörle Akköy'ün tepesine çıkıp bulutlarla kucaklaşacağız.

Hocam, yazılarınızı aksatabilirsiniz.

Ama bizi aksatamazsınız.

Kalp, kalbe karşıdır.

Gönlümüzdeki köşkünüzden çıkıp başka yere kaçamazsınız.

Eski topraksınız.

Bunu da atlatırsınız.

Bizi yalnız bırakamazsınız.

Seni çok seviyoruz Hocam...

Canım Hocam.

Dualarımız hep sizinle.

Allah şifa versin.