Zonguldak halkı, "artist" filan diye Dr. Ömer Selim Alan’ı yeniden "Zonguldak Belediye Başkanı" seçmedi. Siyasi bir kararla CHP adayı Tahsin Erdem’i "Zonguldak Belediye Başkanı" yaptı!
O gün, bugündür Zonguldak’ta hizmet yok! Her gün “Para yok, borç çok” diye ağlayan biri oturuyor başkanlık koltuğunda!
Sürekli bir zam halindeyiz!
Öyle zamcık filan da değil!
Bildiğin kol gibi zam yapıyor!
Gelen sövüyor, giden sövüyor!
Daha ilk altı ayda Zonguldaklılar, “Biz, niye Tahsin Erdem’i seçtik?" dedi!
“Ben, buraya ölmeye geldim” filan diyor!
"Sorun çözerek" değil, "sorun yaratarak" kahraman olmaya çalışıyor!
Birbiriyle konuşmayan iki kişinin aklıyla hareket ediyor!
Günün anlam ve önemini daha iyi anlatabilmek için bir kıssadan hisse paylaşıyorum...
* * * *
Ağa, sabah kalktığında kahyasına arabanın hazırlanmasını, şehre ineceğini söyler. Kahya, hizmetlilerin de yardımıyla, en iyi koşumlarla en iyi iki atı arabaya koşar. Atarabası; atların süsü, arabanın boyası ile göz kamaştırmaktadır. Ağa ve kahya, arabaya kurulurlar. Ağanın işareti ile araba hareket eder. Bu hareket sırasında ağa, “Şu atlara bak, şu arabaya bak, kimde var böylesi?” diye düşünerek kasılmaktadır. Aynı anda kahyanın da aklından; “Ömrüm el kapılarında geçecek, keşke şu atarabası benim olsaydı” diye geçirirken, ağa birden bire, arabayı durdurmasını ister kahyadan. Kahya arabayı durdurur.
Bu arada, köyün dışına çıkmışlardır. Ağa, kahyasına dönerek, “Bu atarabasının senin olmasını ister misin?” diye sorar. Kahya, şaşkınlıktan gözleri yerlerinden fırlayacak gibi, “Şaka mı bu ağam?” diye sorar. Ağa, “Hayır” deyince de, “Ama ağam, benim atı alacak kadar param yok ki!” der. Ağa da “Para istemiyorum, atın pokunu ye, bu atla araba senin olsun” der.
Kahya, biraz düşünür, "Aman nasılsa etrafta kimse yok, ne olacak ki?" der ve atın bokunu yer. Sonra ağa, atarabasını ona verir ve şehre doğru yola devam ederler.
Şehirden eve dönerken ağayı sıkıntı basar. Ağa, “Ben, atla arabayı bu kahyaya verdim, şimdi köylüye ne derim?” diye kendine sorular sorar. Kahya da o esnada, "Ben, ne kadar karaktersiz bir insanım, bir araba için değer miydi?" gibi sorular sorar kendi kendine...
Sonra ağa, dayanamayıp kahyaya; “Kahya, bu atla arabayı bana satar mısın?”
Kahya, “Satmam ama atın pokunu yersen, sana atla arabayı geri veririm” der.
Ağa da köylüye mahcup olmamak için atın bokunu yer. Köye yaklaştıkları sırada kahya, gülmeye başlar. Ağa, merak edip sorar, “Kahya niye gülüyorsun?” diye...
Kahya da ağaya dönüp, “Ağam, sana bir sorum olacak” der. Ağa “Sor” bakalım deyince, kahya sorusunu sorar.
"Ağam... Biz köyden çıkarken, bu atla araba kimindi?"
Ağa, "Benim" der.
Kahya, "Şimdi köye geri gidiyoruz, bu atla araba kimin?" diye sorar.
Ağa, "Benim" der.
Ağanın yanıtını duyan kahya, asıl soruyu sorar:
"Ağam, o zaman biz poku niye yedik?”
Belediye önünde tezgah açarlar!
Zonguldak Belediyesi, geçen haftayı çok hareketli geçirdi!
Önce Sosyete Pazarı İşletmecisi Ozan Varol bir eylem yaptı!
Belediye Başkanı Tahsin Erdem’in makam odasını bastı!
Sonra taksi ve dolmuş şoförleri, Zonguldak Belediyesi’nin önünü inletti!
Belediye Başkanı Tahsin Erdem, korkudan pencereden aşağıya bile bakamadı!
Bu hafta neler olacak, göreceğiz!
Sosyete Pazarı'nın kurulduğu arsa satıldı!
Yeni sahibi oraya inşaat yapacak!
Sosyete Pazarı, yakında Zonguldak Belediyesi önüne tezgah açar!
Balıkçılar çok dertli!
Madenci Anıtı’ndan İstasyon Caddesi’ne gitmek istemiyorlar!
Görünen o ki, balıkçılar yakında Zonguldak Belediyesi önüne tezgah açar!
Salı günü Sosyete Pazarı İşletmecisi Ozan Varol cezaevinden çıkar!
Zonguldak Belediyesi önüne tezgah açar!
İmar planları iptal olan vatandaşlar, kendilerinden ikinci kez para istenince, yakında cırlamaya başlar!
İmar mağdurları, yakında Zonguldak Belediyesi önüne tezgah açar!
Bu arada, koruma sayısı artar!
Zonguldak Belediye Başkanı Tahsin Erdem, ABD Başkanı gibi gezmeye başlar!
Jammer araçları filan da alır!
Sinyalleri kesen!
Zırhlı bir araç da alır!
Öğretmenim...
Her insanın ilk öğretmeni, annesidir.
Benim de öyle...
Mesela, oran ve orantıyı yapamadığımda bana kızıp elime vurduğunu hatırlıyorum.
O an; oranı da, orantıyı da anında çözmüştüm.
Çünkü annemi ilk kez öyle görmüştüm.
Köyün okuyan ender kadınlarından biri...
Altıncı ve en küçük çocuğu, ilkokulda bile olsa, oran ve orantıyı nasıl yapamazdı?
İlkokul mezunu annem, benim ilk öğretmenimdi.
"Işam, kimsenin işine garışma" derdi.
Öyle bir meslek seçtim ki, herkesin işine karışıyorum!
"Ekleşme ışam" derdi...
"Yaklaşma, karışma" demek isterdi.
"Poku debeşdüme... Ne kadar debeşdürüsen, o kadar kokar" derdi...
Bir konunun ya da kişinin dibine kadar gideyim...
Bir baktım ki, ilk öğretmenim annemin dediği hiçbir şeyi yapmıyorum ben!
Ah anne...
Köy meydanında, “Şahinde; ecük otu, nefes al! İki bakla kıralım” derlerdi, sen oturmazdın...
Kimsenin dedikodusunu yapmazdın.
Yapana kızardın.
Canım öğretmenim...
Canım annem...
24 Kasım 2007’de kaybettik.
Tam 17 yıl oldu...
Öğrettiğin her şey için teşekkür ederim.
Yapamadıklarım için özür dilerim.
Size güzel bir şiirle veda edeyim...
* * * *
Öldü Anne
Öldü anne ve mutfaklar kilitlendi.
Kilerler boşaltıldı farelerce...
Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere...
Anne gitti ve sular buruştu testilerde...
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir.
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir.
Bir vakitler anne açarken kapıyı...
Şimdi kimse yok, kapayacak kapıyı...
Anne gitti ve açıklandı ki...
Yarasalar da incir buğusu gibi birşeydi.
Ve o kadınlar nereye gittiler?
Anne olan, sevgili olan o kadınlar...
Çocuklarının üzerine titreyen...
Kirpiklerinde hep aynı...
Sevgi ve merhamet ışığı...
O kadınlar gökyüzüne mi çekildiler?
Eleğimsağmalara mı göçtüler?
Sezai Karakoç
Ne yiyelim?
Hafta sonunda Kozlu sahil yolundaki Coşkunoğlu Et Restoran’a gittik...
Çok kalabalıktı.
Önceden planlanmış "24 Kasım Öğretmenler Günü" etkinliği vardı.
Sınav Koleji öğretmenleri, öğretmenim Vecdi Ilgın liderliğinde yemeğe gelmişler.
Ya bir antrikot yedim...
Ben, daha önce böyle bir antrikot yemedim.
O kalabalıkta nasıl oldu bu iş?
Nusret misiniz kardeşim?
Kalın bir antrikot...
Çok güzel mühürlenmiş.
Etin suyu içinde kalmış.
Böyle bir pembelik yok.
Teşekkürler Coşkonuğlu...
Teşekkürler Özkan Ailesi...
Kabak tatlısı...
Cumartesi günü Devrek’teydik.
Önemli görüşmeler yaptık.
Tam yola çıkacağız...
“Az bekle, kabak tatlısı geliyor” dediler.
O an için burun kıvırdım ama...
Ben, böyle güzel bir kabak tatlısı yemedim.
İsmini vermeyeceğim...
Ama çok teşekkür ederim kardeşim.
Günün Fıkrası: Hoşt...
Herkes tarafından bilinen bir şeyh, köye misafir olarak gelir. Köylüler, buyur ederler, köylülerle birlikte odaya geçerler.
Cemaat, "Şeyh ne keramet gösterecek?" diye ağzının içine bakarken, şeyh arada bir irkilir gibi yaparak, "Hoşt" diyordu.
Köylüler, bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sordular:
"Muhterem şeyh hazretleri, o arada 'hoşt' dediğiniz nedir?"
Köylüyü etkilediğini gören şeyh, "Bir köpek Kabe'nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum tabii ki, 'hoşt' diye kovalıyorum..." der.
Köylülerin şeyhe inancı daha da artar, kendilerine çeki düzen verirler.
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırlatır.
Herkesin önüne üstünde et olan pilav gelir. Şeyhin tabağında da sadece pilav vardır.
Şeyh, bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya, "Benim tabağımda niye et yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?" diye sordu.
Hanım ağa, şeyhe yaklaştı, elindeki kepçeyle tabaktaki pilavı araladı. Onun etlerini pilavın altına koymuştu. Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şeyhin kafasına indirdi ve şöyle dedi;
"Ulan! Tabağındaki eti göremedin de, Kabe'deki iti mi gördün deyyus?"