Değerli okurlarım; geçtiğimiz günlerde, Zonguldak Teknik Elemanlar Derneği'nin düzenlemiş olduğu, iki günlük bir yurtiçi tura katıldık. Turumuz, göller, güller, halılar ve lavantalar diyarı olarak bilinen Isparta ve Burdur yöresinde, gezilip görülmeye değer doğal güzelliklerin ve tarihi yerlerin iki güne sığacak bir bölümünü kapsıyordu. Keşke süre biraz daha uzun olabilseydi de, bölgenin gezilip görülmeye değer diğer yerlerini de görebilseydik.

İyi organize edilmiş bu tür yurtiçi turlar; ekonomik ve kültürel faydalar yanında; hiç olmazsa, ülkemizin Isparta, Burdur gibi (güzelliklerini henüz tam bozamadığımız!) gezilip görülmeye değer yerlere olan ilginin artmasına; önem ve önceliğin yurtdışı gezilere verilmesinin yanlışlığının anlaşılmasına da katkı sağlıyordur.

Burada; sizlere, gezdiğimiz ve gördüğümüz yerlerle ilgili rehber bilgileri verecek değilim. Zira günümüzde bu tür bilgilere, bu illerin internet sayfalarından ve diğer yerlerden, kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Bunun yerine, gördüklerimin hatırlattığı birkaç düşünsel değerlendirmemi sizlerle paylaşmak istiyorum.

MUMUN DİBİNE IŞIK VERMESİ!

Değerli okurlarım; Isparta ve Burdur, aralarındaki 51 kilometrelik mesafeyi 31.5 kilometreye düşüren yeni yolun açılması ile, ülkemizde birbirine en yakın iki komşu il olmuş. Yıllar önce, ana yol üzerinde olması nedeniyle; Burdur, Isparta'dan daha büyük imiş.

Çok değerli Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız rahmetli Süleyman Demirel döneminde ve sonrasında ise Isparta, Burdur'u gelişmişlik bakımından oldukça gerilerde bırakmış. Günümüzde birisinin nüfusunun 260 bin, diğerinin 110 bin olması da farkı yansıtmaktadır. (Ancak Burdurlular, Isparta'ya bir kıskançlık duymadıklarını; Burdur'dan ve Burdur'da yaşamaktan memnun ve mutlu olduklarını ifade etmektedirler!)

Gezimiz esnasında; "Bir de mum dibine ışık vermez derler. Rahmetli Demirel'in mumu, dibine ne kadar da fazla ışık vermiş!" demiştim.

Bir tur arkadaşımız, bu sözüme "Rahmetlinin, iyi bir siyasetçi olmasının yanında, çok iyi bir mühendis de olduğu söylenirdi. Herhalde dibine daha fazla ışık vermesinin bir ayar tekniğini bulmuştur!" yorumunu yaptı.

Bir başka tur arkadaşımız da, bu konuşulanlara; "Anlaşılan; ülkemizde Zonguldak dışındaki tüm iller, Ankara'daki mumun, kendi illerine daha fazla ışık vermesini sağlayacak bir büyük makam sahibi mum ayarcısına sahip olmuş. Ekonomik gelişmenin bir yolunu bulmuşlar" ilavesinde bulundu.

Bir başka arkadaşımız ise, bu söylenenlere; "Ya bizim de doğruluk, dürüstlük timsali; işçi babası Rahmetli Ecevit'imiz olmadı mı?" sorusu ile katkıda bulundu.

Mum ayarından söz eden arkadaşımız, bu katkıya, "Evet; doğru söylüyorsun. Rahmetli Ecevit, Zonguldak insanını, yeraltına girmekten ve ölmekten kurtaracak işler yapmak yerine, daha fazla yeraltına girmeleri için, işçileri paraya boğmuştu!" ironisi ile yanıt verdi.

Bir başka arkadaşımız da; "Zonguldak, bırakınız daha fazla ışık almayı, yeni yollar bulmayı; bildiği yolu da kaybetti. Çatalağzı Elektrik Santrali'nin ürettiği ışığı, santral çevresindeki köylere bile ulaştırmadan önce; İstanbul'a, İzmit'e ulaştırarak, oralarda sanayinin en temel altyapısını oluştururdu, oraları aydınlattı" ilavesinde bulundu.

Yapılan bu tespitlere, Zonguldaklı olup da katılmamak mümkün mü?

YAĞ GÜLÜ HASADINDA...

Güneykent beldesinde, gül hasadının nasıl yapıldığını görmek üzere bir gül bahçesine giderken, yolumuz üzerinde, zamanı geldiği halde, hasadı yapılmamış bazı bahçeler gördük. Bu durumun, gül hasadının, hassasiyet gerektiren, emek gerektiren, yoğun bir iş olması; işçi bulunamaması ve işçi ücretlerinin yüksek olması gibi nedenlerden kaynaklandığı söylendi.

Çay toplamada olduğu gibi, gül hasadı için, geliştirilmiş bir alet olup olmadığını sorduk. Olmadığını söylediler. Mühendis olan bir tur arkadaşımız; "Ya rengi belli, kokusu, görüntüsü belli. Robot kullanımına çok uygun bir iş" şeklinde değerlendirmede bulundu.

Zonguldak'a döndükten sonra, 35 bin öğrencisi, 15 fakültesi, Gül ve Gül Ürünleri Araştırma Merkezi gibi 40 farklı konuda araştırma ve uygulama merkezi olan Süleyman Demirel Üniversitesi'nin konu ile ilgili bir görevlisine ulaştım. Kendilerine, gül hasadında kullanılmak üzere geliştirilmiş ya da geliştirmekte oldukları bir çalışmalarının olup olmadığını sordum. Bir de üniversitelerini ziyaret eden seçkin misafirlerine verdikleri, kendi üretimleri olan hediyelik ürünlerinin olup olmadığını sordum. Her iki soruma aldığım yanıtlar olumsuzdu! (Görev yaptığım dönemde bizim de yoktu! Misafirlerimize, Devrek bastonu, tabak, madenci heykeli gibi, hep aynı türden piyasa ürünleri vermek sıkıcı oluyordu. İnşallah şimdilerde bol imkanlar içinde olan üniversitemizin ürettikleri içinde, hediye olabilecek türden ürünler de vardır!) .

ÇAMURA HÜCUM!

Değerli okurlarım; üretilen bir ürüne, yere, yöreye ilginin artmasında, o ürünün, yerin, yörenin özellikle kadın güzelliğine ve sağlığa yararları ile ilgili doğru-yanlış bilgilerin ve tevatürlerin büyük rolünün olduğu bilinen bir gerçektir.

Burdur'un Yeşilova ilçesi yakınındaki Salda Tatlısu Gölü'nde gördüğümüz insan manzaraları, bunu doğrular nitelikte idi. Göl çamurunun cilt bakımına ve deri hastalıklarına iyi geldiği yazılıyor ve söyleniyordu. Bu nedenle ortalık, vücutları çamura bulanmış, sadece gözlerinin içi parlayan genç-yaşlı hanımefendilerle ve biraz da beyefendilerle dolu idi!

Döndüklerinde çamura bulanmayı tekrarlamak isteyenler olduğu gibi; tesettürlü olduklarından çamurdan yerinde faydalanamayanlar (bedava da olduğu için!) poşetlerine, torbalarına çamur dolduran ve taşıyanlar da çok fazla idi. Göl çamuruna olan bu ilginin; gölün ve gölün çevresinde uzanan kar beyazı eşsiz güzelliğine olan ilgiden oldukça fazla olduğu görünüyordu. (Böyle giderse, birkaç yıl sonra, gölde ve çevresinde oluşacak çamur çukurluklarını ve başlayan yapılaşma çirkinliklerinin arttığını görmek kuvvetle muhtemeldir!)

Hepinizin, Salda Gölü'nün çamuru bitmeden, ülkemizin gezilip görülmeye değer yöreleri daha fazla elden gitmeden; gezmenizi-görmenizi, mutlu ve memnun dönüşlerinizin olmasını dilerim.