Değerli Okurlarım,

Bilindiği üzere, 12.Asrın sonunda kurulan ve 20. Asrın başında çöken  Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlik, padişahta, ulemada ,ve mütegallibede  (ağalarda ve beylerde) idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin açılması ve ardından Cumhuriyetin kurulması ile bu hak  onlardan alınmış ve millete verilmiştir.

Ancak, egemenlik hakları ellerinden alınanların; Meclise, Cumhuriyete  ve bu kazanımları sağlayanlara olan karşıtlıkları ve husumetleri. Meclisin açıldığı ve cumhuriyetin kurulduğu günden günümüze, (azalarak da olsa) hep devam edegelmiştir. Bu nedenle Gazi Mustafa Kemal ve yol arkadaşları, yurdumuzu işgal edenlerle savaşırken aynı zamanda, bunlarla da hep mücadele etmek zorunda kalmışlardır.

O dönemdeki bu mücadele, sonraki yıllarda da; bu kazanımların değerini bilen ona inan ve Atamızın gösterdiği yolda olanlar tarafından hep devam ettirilerek bu günlere gelinmiştir.

1920 yılında TBMM’sinin kurulması ve 1921 Anayasasının “Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir.” maddesi ile hüküm altına alınmasıyla başlayan bu devir süreci;

-        1922’de saltanatın, 1924 ‘de halifeliğin kaldırılması,

-        1925’de  köylüye büyük bir zulüm olan  Aşar Vergisinin kaldırılması,

-        1926 ‘da Medeni Kanunun kabul edilmesi,

-        1928’de Harf  Devriminin yapılması ,1933’de Üniversite Reformu ve soyadı  kanununun çıkarılması

-        1934’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması
gibi reformlarla bu süreç nefes kesen bir hızla sürdürülerek cumhuriyetin ve laik devlet sisteminin alt yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Gerçekleştirilen ve pek çok mazlum milletlere ilham kaynağı olan bu reformların, geçen zaman içinde, milletimize ve devletimize kazandırdıkları çok açık ortada iken yapılan reformlara ve yapanlara savaş açılmasını, husumet içinde olunmasını anlamak mümkün değildir.

Örneğin bu ülkede kadın olup da kendisini erkeklerle eşit yapan bir lidere saygıda kusur etmesi; başında olduğu kurumu kuran bir Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunu kuran büyük kurucunun adını rahmetle, hürmetle anmaktan imtina etmesi gibi.

Bu karşıtlık ve mücadele içinde olanlar, acaba,
Demokratik laik cumhuriyet cumhuriyetin yerine  İran’daki, Afganistan’daki gibi İslam cumhuriyeti mi kurmak; şeriat (İslam Hukuku) ile yönetilmek mi istiyorlar?
Kadınların seçme ve seçilme haklarının ellerinden  alınmasını Arap alfabesine geçilmesini, üniversitelerin medreselere dönüştürülmesini mi istiyorlar?
Atatürk’ün adının, kitaplardan silinmesini, resimlerinin heykellerinin kaldırılıp çöpe atılmasını mı istiyorlar?
Eğer öyle ise; onların akıl, vicdan, idrak, özürlü, ilimden, bilimden  uzak hayaller peşinde koşan kişiler ve gruplar olduklarına  inanıyorum.

Ancak kusurun, kabahatin tamamının onlarda olmadığına da inanıyorum.

Ülkemizde 12 yıl okuyup da, okuma-yazmadan, (çarpma, bölme de yapamayan, okuduğunu da anlayamayan(!), üniversite sınavlarına girme hakkı kazandırmaktan başka bir fayda sağlamayan, (Atatürk’ün kaybından hemen sonra yozlaşmaya başlayan bir eğitim-öğretim sisteminin olduğu bilinmektedir.;

Bu sistemin ve sistemin uygulayıcılarının, iyi yurttaş, iyi insan yetiştirmede de sınıfta kaldığı ve kalmaya devam ettiği de bilinmektedir. Eğer sınıflarını geçmiş olsalardı; yetiştirmekle görevli oldukları nesillere, istiklal savaşının, nasıl kazanıldığını, cumhuriyetin ne zorluklarla ve yokluklarla, (kelle koltukta!) geçilmesi çok zor olan hangi tehlikeli geçitlerden geçilerek kurulduğunu; kuranların ne sıkıntılar yaşadıklarını, idrak yeteneği, insaf, kadir, kıymet bilirlik gibi insani nitelikleri olan bireyler yetiştirmede de başarılı olmaları da gerekirdi. Zira bunlar, iyi yurttaş, iyi insan olmanın da niteliklerindendir.

İlimden, bilimden, pedegolojiden, pisikolojiden, çağdaş değerlerden yoksun, orta çağ kalıntısı kişilerin, cemaatlerin, tarikatların, demokratik, laik düzene, Atatürk’ün yaptıklarına dil uzatan karşıtlarını, yetiştirmede, guruplar oluşturmada, günümüzde de az, çok başarılı oldukları görülmektedir.

Ancak, her türlü imkana sahip olan devletimiz, Türkçede, matematikte, fende, olduğu gibi, iyi yurttaş, iyi insan yetiştirmede de neden sınıfta kaldığını, geçmesi için hangi ödevlerini yapılması gerektiğini, konunun gerçek uzmanları yanıtlamalı, dinlemeye  istekli olanlara ve halka da anlatmalıdırlar.

İLK 100 YILIN SONUNDA, 2. 100 YIL’IN BAŞINDA DURUM

Cumhuriyetimizin 100. yılını devlet, millet kaynaşması  ile, kutlamak için, Ülkenin her yerinde,  ellerinde, bayraklarla, Atatürk posterleriyle meydanları, yolları, Anıtkabir’i, (Donanmanın geçişini  görebilmek için)İstanbul Boğazı kıyılarını, Üsküdar’dan, Anadolu Hisarı’na kadar  toplumun her kesiminden  vatandaşlarımızın  hıncahınç  doldurdukları görülmüştür.

 Onların oluşturdukları bu muhteşem kutlama tablolarının Cumhuriyetin sahipsiz olmadığının, fabrika ayarlarına dönme isteklerinin, (İdrak yeteneğinden, kadir, kıymet bilirlikten yoksun kişilere ve guruplara da “boşuna hayal kurmayın! İkazı) olduğuna inanıyorum. Bayram günü, Anıtkabir’i 1.3 milyon vatandaşımızın ziyaret etmesini de ona olan sevginin, eserlerine olan bağlılığın devamının yansıması olarak görüyorum.

Tüm bunlar da Cumhuriyetimizin bundan sonraki 29 Ekimler’de de coşku ile kutlanacağına, Büyük Atatürk’e olan sevginin devam edeceğine olan inancımı daha da güçlendirmiştir.

 İLİMİZDEKİ KUTLAMALAR

İl merkezimizde, ilçelerimizde ve beldelerimizde de, genel ve yerel yönetimler tarafından organize edilen programlarla, Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yılı bu çok özel yıla da çok yakışan coşkulu kalabalıklarla kutlanmıştır.

Ben de 29 Ekim günü Madenci Anıtı önünde, Valilik Makamı tarafından düzenlenen törene, başından, sonuna katıldım. Tören alanını ve Gazipaşa Caddesini baştan sona, dolduran coşkulu kalabalığın içinde oldum. Zonguldaklı eski katılımcı dostlar, tören bir stadyumda ya da uygun bir şehir meydanında yapılmış olsaydı, katılımın geçmiştekilerden çok daha fazla ve törenin daha görkemli olduğunun fark edilebileceğini ifade etmişlerdir.

Bu arada, amatör bir gazeteci olarak, yerel basından  ve sosyal medyada  yapılan paylaşılanlardan edindiğim izlenimlerden, özellikle Ereğli ve Çaycuma  ilçelerimizde, Belediyeler tarafından gerçekleştirilen kutlama etkinliklerinin çok daha fazla ve coşkulu geçtiğini  de gördüm.

Tüm bu kutlamalarda, emeği geçen yöneticilerimize, ilgililere, Cumhuriyet ve Atatürk sevgisini kalbinde taşıyan tüm katılımcılara tebrik ve teşekkürlerimi arz ederim.

(Bu arada, Madenci Anıtı Önünü ve başından, sonuna Gazipaşa Caddesi’ni dolduran kalabalık içinde, sarıklı, cüppeli, şalvarlı, taliban sakallı, çarşaflı tek bir katılımcıyı görmediğimi de belirtmek isterim. Bu durumun, ülkemizin her yerinde aynı olduğundan da eminim!)

SAYIN VALİMİZ OSMAN HACIBEKTAŞOĞLUNA BİR ARZIMIZ

Bilindiği üzere, özellikle ciddi kurumlarda, kurumlarının geçmişine uygun olarak; 20, 30, 40 yıl gibi hizmet sürelerini dolduran çalışanlarını maddi, manevi değerlerle ödüllendirmeleri yaygın bir uygulamadır.

Ülkemizde, Cumhuriyetimizin ilk yüz yılını yaşamış olan jenerasyonun, (Özellikle de 1923 ve öncesi doğumlu olanların) Cumhuriyetimizin kuruluş yılları zorluklarını ve 2. Dünya Savaşından kaynaklanan sıkıntıları, darbeleri yaşamış; yaşantıları yokluklarla geçmiş, sevgiyi, saygıyı fazlası ile hak eden cefakâr bir jenerasyon oldukları bilinmektedir.

İlimizde, 1923 (ya da 1925) doğumda olup da halen hayatta olan büyüklerimizin belirlenmesinin ve uygun görülecek bir yolla şereflendirilmelerinin, Cumhuriyetimizin kendilerine en değerli armağanı ve 100. Yıl kutlamalarının çok güzel bir etkinliği olacağına inanıyorum.

Bu düşüncenin uygun görülmesi durumunda Cumhurbaşkanlığımız Makamına iletilmesinin uygun olabileceğini de düşünüyorum. Takdirlerine arz ederim.

Kalbinde Cumhuriyet ve Atatürk sevgisi olan tüm vatandaşlarımızın Cumhuriyet  Bayramlarını en içten dileklerle tebrik ederim. Cumhuriyetimizin ve Atatürk sevgisinin sonsuza dek sürmesini dilerim.