Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medya platformlarının sorunlarını gözardı edenlerin ve Türkiye'yi Batılılara şikayet edenlerin "ev zenciliği" yaptığını söyledi. Bu açıklamanın ardından herkes "ev zencisi"ni merak etti.
ABD’nin siyahi liderlerinden Malcolm X’in meşhur konuşmasının tam metni şöyle:
"Kölelik döneminde iki tip zenci vardı: Ev zencisi... Tarla zencisi...
Ev zencisi, efendisinin evinin çatı katında veya bodrumunda yaşardı. Efendisi ne yerse ondan yer ne giyerse onu giyerdi. Efendisini, efendisinden bile daha çok severdi. Efendisinin incinmesini hiç istemezdi. Efendisi hasta olduğunda o da hasta olurdu. Efendisinin malının-mülkünün tehlikeye girmesini hiç istemezdi.
Ama bir de tarla zencileri vardı. Barakalarda yaşarlardı. Kaybedecek bir şeyleri yoktu. En berbat yemekleri onlar yerdi. En berbat giysileri onlar giyerdi. Fırçayı yiyen onlardı. Efendilerinden nefret ederlerdi. Efendisi hasta olsa 'gebersin' diye dua ederlerdi.
Bugün de ev zencilerimiz var, tarla zencilerimiz var. Ben bir tarla zencisiyim."
Şimdi bu konuşmaya bakınca, biz Zonguldaklılar "ev zencisi" değil, "tarla zencisi"yiz!
Kentin tüm çilesini çekenler, Zonguldaklılar...
Madenlerde pisi pisine ölenler, Zonguldaklılar...
Yani "tarla zencisi"yiz!
Kentin efendileri ise, hazine arazilerini gaspedenler!
Bu araziler üzerine kaçak binalar yapanlar!
Yaptıkları bu kaçaklarla rant yaratanlar!
Kamunun imkanlarını hoyratça kullananlar!
Sahilleri parselleyenler!
Denizi kirletenler!
Hepsi efendiler!
Biz, Zonguldaklılar ise "tarla zencisi" olmayı kabul etmişiz!
Azıcık kafamızı kaldırsak "höt" diyorlar!
Biz de onlara ".öt" diyoruz!
Sonra efendiler rahatsız oluyor!
Bu devran böyle dönüyor!
Bakalım nereye kadar!
Ama ben zenciliği kabul etmiyorum.
Bedeli ne olursa olsun!
İtiraz etmeye devam edeceğim.
"Ev zencisi" olanların efendilerini yalamaya devam etmesini de keyifle izlemeyeceğim.
"Ev zencileri" de itiraz etmeli!
Bu kadar yalama olmalarına gerek yok!
Biz, onlar için yalayacak bir şey buluruz!
Öğ tekerek neren gidese, arka tekerek oran gide!
Tatilde olmama rağmen Zonguldak’tan kopamıyorum.
Biz kopsak, telefonla bağlanıyorlar!
Acayip bir yolsuzluk olayı var!
Aslında yolsuzluk değil, hırsızlık olayı var!
Bir belediyede, şirket elemanının hesabına "kıdem tazminatı" diye para yatırılıyor!
Sonra "yanlışlık oldu" diye para elden geri isteniyor!
Böyle en az 10 kişi çarpılmış!
Bu işi yapan kişinin Ankara ve Filyos’tan daire aldığı söyleniyor!
Rahmetli annemin sözü aklıma geliyor:
“Öğ tekerek neren gidese, arka tekerek oran gide ışam.”
Ön tekerek baya bir götürmüştü!
Biz de önden önden yazmıştık!
Bakalım müfettişler, bu tekerleklerin izlerini sonuna kadar sürebilecek mi?
Lastik patlatıp Ankara’ya dönecekler mi?
Bu konuyu haberleştireceğim.
Hoca namaz kılıyor!
Selam versin, ben de size haber vereceğim.
Hocamın atladığı vakit çok!
Kaza namazı kılıyor!
İş, o yüzden uzuyor!
Kıssadan Hisse: Yol...
Konfiçyus’tan bir öykü...
Bir gün bir ineğin çiftliğine dönmesi için bakir bir ormanın içinden geçmesi gerekti. Mantıklı düşünme yetisi olmayan bir hayvan olduğundan kıvrıla kıvrıla ilerleyen, önce yokuş yukarı sonra yokuş aşağı devam eden, zorlu bir rota izledi.
Ertesi gün yolu aynı yere düşen bir köpek, ormanın öte yanına geçmek için ineğin gittiği yolu takip etti.
Sonra sıra bir koyun sürüsüne geldi. Sürünün lideri patikanın zaten açılmış olduğunu görünce oraya daldı ve tüm sürü de onu izledi.
Ardından insanlar da bu patikayı kullanmaya başladı. Bir sağa, bir sola dönerek, ağaç dalları ve çalılardan kaçınmak için eğilip bükülerek ve bir yandan da (haklı olarak) söylenip küfürler ederek bu patikadan gidip geldiler.
Ama hiç kimse daha iyi bir alternatif yaratmak için bir şey yapmadı.
Böylesine yoğun kullanılması sonucunda patika zamanla küçük bir yola dönüştü.
İsteseler öte tarafa sadece yarım saatte geçebileceklerinden habersiz, insanlar ve ağır yük taşıyan zavallı hayvanlar, bir ineğin açtığı bu yolu takip ederek ormanın öte yanına üç saatte geçmeye mecbur kaldılar.
Yıllar geçti ve küçük yol bir kasabanın ana yolu, daha sonrasında da bir şehrin en önemli caddesi oldu. Ve herkes trafikten şikayet etti durdu, çünkü cadde olabilecek en kötü rotaya sahipti.
Bütün bunlar olurken yaşlı ve bilge orman, insanların var olan bir yolu, bunun en doğru seçim olup olmadığını bir kez bile kendilerine sormadan, nasıl da körü körüne takip ettiklerini seyrederek gülüyordu.
Sonuç olarak, hayat, birçok açıdan sana seçim hakkını sunar.
Senin seçimin, senin tercihin ve Sonunda da kaderin olur...
Hisse: Seçimlerin kaderindir.
Günün Fıkrası: Otobüs şoförü Hidayet...
Hidayet ölünce, cennetin kapısında kuyruğa girer. Hemen önünde bekleyen adam pederdir. Kapıda bir melek beklemektedir. Melek pedere sorar:
"Hiç günahın var mı peder?"
Peder, "Aziz melek, ben rahiptim. Tüm hayatım boyunca hep Tanrıma dua ettim. Karıma ve çocuklarıma sadık kaldım. İnsanlara ve hayvanlara hep yardım ettim" der.
Melek, "Çok iyi. Bunları biliyorduk zaten, al sana cennetin gümüş anahtarı" der ve sonra Hidayet'e döner:
"Senin hiç günahın var mı Hidayet?"
Hidayet:
"Ben de her zaman hayvanlara ve insanlara iyilik yapardım. Tanrıya dua etmedim açıkçası, inancım da zayıftı ve bir günahım vardı. Çok sert ve hızlı otobüs kullanırdım."
Melek, Hidayet'e döner ve, "Bunu da biliyoruz. Çok iyi, al sana cennetin altın anahtarı..." der.
Peder, bu olaya sinirlenir:
"Ben hayatımı Tanrıya adadım, siz de gidip bu adamı cennette benden üstün tutuyorsunuz. Haksızlık değil mi?"
Melek gülerek:
"Oğlum, sen vaaz verirken herkes uyuyordu Ama Hidayet otobüs kullanırken, herkes dua ediyordu."