Dün, bu köşede, “Zonguldaklılar; ev zencisi mi, tarla zencisi mi?” diye sorduk.
Zonguldaklının gördüğü muamelenin "tarla zenciliği" olduğunu ve bizim bunu kabul etmediğimizi vurguladık.
Yazıyı anlamayan, vermek istediğimiz mesajı alamayanlar olmuş!
Zonguldaklı, Zonguldak’ın efendisidir.
Ne "ev zencisi", ne "tarla zencisi"dir!
Evet, yıllarca madenlerde "tarla zencisi" olarak çalışmışlardır!
Kente dışarıdan gelip, Zonguldak insanına efendilik yapan ve bu efendilerin "ev zenciliğini" kabul edenler olmuştur!
Biz, artık zenciliği kabul etmiyoruz.
Söylemek istediğimiz buydu.
Ama siz, deliler gibi lafın tamamını söylememizi istiyorsunuz!
Tahsin Erdem ve boş teneke...
Tahsin Erdem, CHP’den aday oldu ve "Zonguldak Belediye Başkanı" seçildi!
Ama "Başkan" olamadı!
Muktedir olamadı!
Liyakatsız, vizyonsuz çıktı!
Meclis üyeleri paramparça oldu!
Tahsin Erdem’in çok akıl hocası var!
Ama bunlar, o akıllarıyla kendi işlerini doğrultamadılar!
Bunların kendi adlarına telefon numarası alma, hesap açma hakları bile yok!
Şimdi konuyu nereye getiriyorum?
Zonguldak Belediye Başkanı Tahsin Erdem, tatile çıktı!
Yerine Adil Bahadır vekalet etti.
Gördük ki, Adil Bahadır "Belediye Başkanlığı"nı Tahsin Erdem’den çok daha iyi yaptı.
Tahsin Erdem’in boş bir teneke olduğu, kamuoyu tarafından net bir şekilde görülmüş oldu!
CHP grubu içinde kim o koltuğa otursa, Tahsin Erdem’den daha iyi başkanlık yapar.
Üstelik hiç biri; dolandırıcıların, üçkağıtçıların, Romanlardan para alıp işe adam koyanların, belediyeye borç takanların ağzına bakmaz!
Allah, cimri insanları sevmez
Zonguldak İl Müftü Yardımcısı Tahir Erçin, "Allah, cimrileri sevmez. Müslüman ikram edendir. Tanısanız da tanımasanız da ikram edin" demiş.
Ve devam etmiş:
“Allah kimi sevmez? Sadece kendini düşünen, cimri insanları sevmez. Niye? Peygamberimiz dua ediyor: ‘Allah'ım; tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, tembellikten, acizlikten, korkaklıktan, kibirlilikten bizi koru.' O zaman ne diyoruz? Müslümanca bir şahsiyete cimrilik yakışmaz. Müslüman, eli neye yattıysa, neye gücü yetiyorsa oradan ikram edebilen güzel insandır.”
Ben, Zonguldak’ta cimri milletvekilleri, cimri belediye başkanları tanıyorum!
"Kenti yerine kendini düşünen" milletvekilleri ve belediye başkanları tanıyorum!
Allah’ın sevmediği adamları ben niye seveyim?
O yüzden malum milletvekilini de malum belediye başkanını da sevmiyorum!
Şükran Günü...
"Şükran Günü", ABD ve Kanada'da hasada ve geçmiş yılın tüm nimetlerine şükretmek için kutlanan bir ulusal bayramdır. İki ülke arasındaki enlem farkının getirdiği farklı hasat takvimi nedeniyle, "Şükran Günü", Kanada'da ekim ayının ikinci pazartesi günü, ABD'de ise kasım ayının dördüncü perşembesinde kutlanır.
Biz de Zonguldak’ta eylül ayının ikinci yarısında bir "Şükran Günü" tertip etmeyi bekliyoruz!
Fatih’i, Akın’ı, Mustafa’yı, İsmail’i, Osman’ı, edebiyat öğretmenini filan çağıracağız!
Kıssadan Hisse: Odun...
Geçmiş zamanlardan birinde şehirlinin biri, tatilini dağlarda, yaylalarda geçirmek istemiş. Hava da güzel olunca, "Şöyle ormana doğru bir yürüyeyim" demiş.
"Ora senin, bura benim" derken, bir de bakmış ki orman içinde bir hayli yol gitmiş. Yorgunlukla yaptığına pişman olmuş. İleri gitse, nereye gidecek? Geri dönse, o kadar yolu ayağı yemiyor!
Adamcağız tam da, "Ulan, ben ne yaptım, şimdi nasıl geri döneceğim?” diye kaygıya kapılmışken, bir de ne görsün, az ötede elinde baltası-nacağı ile bir köylü, bir yük odun yapmış, onları eşeğine yüklemeye çalışıyor.
Hemen köylünün yanına yanaşarak:
“Selamünaleyküm hemşehrim, kolay gelsin. Bu odunları şehre götüreceksin herhalde hemşehrim?”
Köylü: “Aleykümselam...He ya, şehre götürüp satacağım…”
Adam: “Kaça satacaksın hemşehrim?”
Köylü: “On liraya…”
Adam: “Hemşehrim, bak sana ne diyeceğim? O odunlar yerine şehre beni götür, sana aynı parayı ben vereyim. Hem ben o odunlardan daha hafif çekerim, hayvanın da çok yorulmamış olur…”
Bu teklif karşısında köylü şöyle bir düşünmüş ve adamın teklifi makul gelmiş:
“Peki, tamam. Hadi eşeğe bin o zaman…”
Fakat, adam tam eşeğe binmeye çalışırken, köylünün birden kafası karışmış ve:
“Bir dakika!..” deyip adamın eşeğine binmesine mani olmuş.
Adam, “Ne oldu şimdi hemşehrim?” deyince de köylü, “Ben, seni şehre götürürsem, o zaman benim bu odunlar ne olacak? Ben şimdi bunu anlayamadım” diyerek tereddüdünün sebebini kendince itiraf etmiş.
Şehirli adam da, “Yahu hemşehrim, bak ben sana beni şehre götürmen karşılığında bu odunların parası kadar para veriyorum ya...” deyince, köylü de, “Ha, tamam, tamam! Şimdi anladım, hadi bin eşeğe...” demiş.
Adam eşeğe binmiş, köylü de eşeğin yularını tutmuş, tam da yola koyulmak üzerelerken köylü yine durmuş ve geriye dönüp kafasını kaşıyarak odunların olduğu tarafa doğru bakmaya başlamış.
Bunun üzerine şehirli adam da, “Yine ne oldu hemşehrim, niye durduk?” deyince köylü de, “Yahu bey, iyi güzel de şimdi bu odunlar ne olacak? Ben bu işi tam anlayamadım” diye cevap vermiş. Şehirli, bu defa sesli bir “La havle” çekip:
“Bre hemşehrim, sen bu odunları şehre götürseydin, kaça satacaktın?”
Köylü: “On liraya..."
Şehirli, "İyi ya işte! Ben de sana on lira veriyorum. Beni şehire götür, sonra gel bu odunları da götür, bir on lira da buradan alırsın işte!..” diyerek durumu yeniden izah etmiş.
Köylü, bu sefer daha mahçup bir şekilde, “Doğru söylüyorsun bey, bak ben bunu böyle düşünememiştim…” deyip yeniden yürümeye başlamış.
Şehirli adam ise yorgunluğunun üzerine bir de böyle bir laf anlamaza çatmaktan bezgin ve içinden, “Yine de durumu bu kadarla toparladığıma şükür” diye geçirirken, köylü eşeği yeniden durdurup yine geriye bakmaya başlamaz mı?
Şehirli adam dayanamayıp, “Yine ne oldu hemşehrim?” diyerek korkuyla sorunca, köylü de, “Yahu bey, ben şimdi seni şehre götürüyorum, bunun için de senden on lira alacağım. Buraya kadar her şey iyi güzel de, peki ya benim odunlarım? Şimdi onlar ne olacak? İşte bu iş benim kafama bir türlü yatmıyor” diyerek söylenmeye başlamış.
Bunun üzerine de öfkeyle eşeğin üzerinden inmiş ve, “Ulan, senin de odunun da eşeğinin de…” diye de köylüye saydıra saydıra hırsla yaya olarak yola koyulmuş.
Adam söverek oradan uzaklaşırken, bizim köylü arkasından bağırmış:
“Ne kızıyosun beyim. Demem o ki, bizim odunlar ne olacak?”
Ülkede bir kesim var ki, hikayedeki köylü gibi "odunum da odunum" deyip duruyor.
Hepitopu bildikleri tek şey, ezberledikleri üç-beş mesnetsiz cümle!
Gerçeği, makul olanı anlatıyorsun, onlar yine de "odunum" deyip duruyor! (Alıntı)
Günün Fıkrası: Zangoç...
Papaz, iki metre ilerisinde duran zangoca sormuş:
"Gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal sarabı?"
Zangoçta derin bir sessizlik... İyice köpürmüş, papaz:
"Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun?"
Zangoç: "Hayır, buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim!"
Papaz: "Olacak şey mi? İki adım öteden beni nasıl duymazsın?"
Zangoç, bıyık altından gülmüş:
"İsterseniz yer değiştirelim, anlarsınız."
Yer değiştirmişler. Bu kez Zangoç seslenmiş:
"Kilise için toplanan yardımları kim iç ediyor?"
Papaz, kendi kendine söylenmiş:
"Hakikaten yahu! Buradan hiçbir şey duyulmuyor."