Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yayımlanan Resmi Gazete kararına göre, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'na bağlı 54 il müdürünün görev yeri değişti.

Sanayi ve Teknoloji Zonguldak İl Müdürü Yaşar Karaman, "Sanayi ve Teknoloji Bayburt İl Müdürü" oldu.

Sanayi ve Teknoloji Zonguldak İl Müdürlüğü'ne ise, Gençlik Hizmetleri ve Spor Bolu İl Müdürlüğü Şube Müdürü Metin Vural atandı!

Bu atama kararını nasıl okumamız gerekiyor?

"Atama" derken, Sanayi ve Teknoloji Zonguldak İl Müdürü Yaşar Karaman, "Sanayi ve Teknoloji Bayburt İl Müdürü" olarak gönderilmesini nasıl değerlendireceğiz?

AK Parti Zonguldak Milletvekili Muammer Avcı, seçildiği günden bugüne Yaşar Karaman’ı görevden aldırmak istedi!

Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile defalarca görüştü!

AK Parti Zonguldak Milletvekili Muammer Avcı, Yaşar Karaman’ı görevden aldırınca "iktidar" olacağını düşündü!

Bakanlık ise, Zonguldak’ta başarılı il müdürlüğü yapan Yaşar Karaman’ı görevden almak yerine rotasyona tabi tuttu.

Çünkü Muammer Avcı dışındaki diğer AK Parti Milletvekilleri ve yöneticileri, Yaşar Karaman’ın görevden alınmasına karşı çıktılar.

Yaşar Karaman, "görevden alınacaklar" listesinden "rotasyona girecekler" listesine alındı.

Muammer Avcı, Yaşar Karaman’ı görevden aldıramadı! Sadece tayinine neden oldu!

Bir Zonguldaklıyıkoltuğundan etti!

Yaşar Karaman, Yeniceli olsa da, Zonguldaklıdır.

Yenice, Zonguldak’ın bir parçasıdır.

Muammer Avcı, Zonguldak’tan bir parça koparmaya çalışmış, bu kadar başarılı olabilmiştir!

Atama kararını böyle okuyalım...

Bolu’dan gelen müdür Metin Vural’a gelince...

AK Parti’den "Bolu Milletvekili Adayı" olmuş, "Bolu Belediye Başkan Aday Adayı" olmuş bir bürokrat!

Liyakat değil, siyasetle Zonguldak’a atanmış bir isim!

Yani olsa da olur, olmasa da olur!

Biz, Zonguldak çocuklarına sahip çıkmaya devam edeceğiz.

Yaşar Karaman sayesinde Zonguldak’ta "Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü" olduğunu öğrendik.

Yaşar Karaman, mücadele adamıdır.

Kolay pes etmez.

Mücadelesi sürecek.

Biz de yanında olacağız.

Nerede olursa olsun...

Zonguldak çocukları sahipsiz değildir.

İktidar gösterisini Zonguldak çocukları üzerinde yapanlar iktidarsız kalmıştır!

Bekleyip, göreceğiz!

Nergiz Çelik ve Avni Çelik görevden alınmalı 

AK Parti Devrek İlçe Kadın Kolları Başkanı Nergiz Çelik, sosyal medya hesabından Ak Parti Milletvekillerine seslenmiş!

Demiş ki:

“Uzman hekim konusunda Devrek yine mağdur.

Sayın Vekillerim, uzman hekim konusunda Devrek mağdur.

Kardiyoloji

Nöroloji

Göğüs Hastalıkları 

Cildiye

Genel Cerrahi

Bu bölümlerin hiçbirinde doktorumuz yok!”

AK Parti Devrek İlçe Kadın Kolları Başkanı Nergiz Çelik’in eşi Dr. Avni Çelik, Devrek Devlet Hastanesi Başhekimi!

Nergiz Çelik-Avni Çelik çiftinin pratisyen hekim olan kızları Yasemen Çelik ile oğulları Enes Çelik, Devrek Devlet Hastanesi’nde çalışıyorlar!

İki kardeşin tayini, babalarının başhekim olduğu hastaneye çıkmış!

Ama hastanenin doktor eksiğinden AK Parti Milletvekillerini sorumlu tutuyorlar!

AK Parti Devrek İlçe Kadın Kolları Başkanı Nergiz Çelik derhal görevden alınmalıdır!

Peşinden kocası Devrek Devlet Hastanesi Başhekimi Avni Çelik görevden alınmalıdır!

Devrek, Çelik Ailesinin çiftliği değildir!

Tahsin Erdem diz çökse ne olur?

Zonguldak Belediye Başkanı Tahsin Erdem, Pusula’nın zorlamasıyla iki iş yaptı!

Önce Kent Lokantası, ardından Valilik altındaki umumi tuvalet!

Kent Lokantası'nı yaptırdığı müteahhide parasını ödememiş!

Tuvaleti yaptırdığı müteahhidin parasını ödedi mi acaba?

9 ayda konuşabileceği iki konu var!

Hepsi bu kadar!

Sürekli "para yok" diye ağlayan bir başkan!

Bir tefeciden kurtulup diğerine sarılan niteliksiz ve meteliksiz bazı şahıslar, bizim Tahsin Erdem’e diz çöktürmeye çalıştığımızı iddia ediyorlar!

Hayal edin...

Tahsin Erdem, önümüzde diz çökmüş!

“Abi nasılsın?” diyorum...

“Kardeşim, para yok, borç çok. Yapabileceğim bir şey yok” diyor!

Bu anlayış ve karakterde biri diz çökse ne olur, ayakta dursa ne olur?

Bizim derdimiz, seçimden önce verilen sözlerin tutulması...

Seçimi kazanmak için bol keseden atanlara, basın zoruyla sözlerini tutturmak!

Başkaca bir beklentimiz olmaz!

Kim Zonguldaklı değildir?

Hazine arazilerini işgal edip üzerine kaçak bina yapanlar, Zonguldaklı değildir!

Para kazanmak için Zonguldak’ın kömürünü, insanının ömrünü çalanlar, Zonguldaklı değildir!

Maden ocağında ölen, yaralanan işçileri hastane önüne bırakıp kaçanlar, Zonguldaklı değildir!

Zonguldak’taki tefecilerin hiç biri, Zonguldaklı değildir!

Cenazesini "memleketine" götürenler, Zonguldaklı değildir!

Cevize, "cöğüz" demesini bilmeyenler, Zonguldaklı değildir!

Kara lahanaya "gara mancar" diyemeyenler, Zonguldaklı değildir!

"Pavyon"un "işçi yurdu" olduğunu bilmeyenler, Zonguldaklı değildir!

"Çükündür"ün "kırmızı pancar" olduğunu bilmeyenler, Zonguldaklı değildir!

Yenice’yi Zonguldak’tan saymayanlar, Zonguldaklı değildir!

Zonguldaklı birinin görevden alınıp ülkenin diğer ucuna gönderilmesine sevinenler, Zonguldaklı değildir!

Zonguldaklı bürokratları görevden aldırmaya çalışanlar, Zonguldaklı değildir!

Zonguldak insanına zorluk çıkartanlar, Zonguldaklı değildir!

Acil servisin önünde Zonguldak insanı ölünce ortalıkta görünmeyen, Rizeli-Trabzonlu gelince hafta sonu hastaneye koşarak gelenler, Zonguldaklı değildir!

Kıssadan Hisse: Öküz...

Bir zamanlar, ülkenin birinde arpa, mısır, saman alışverişi yapan zengin bir tüccar varmış. Zenginmiş ama har vurup harman savurmayı da sevmezmiş. Tutumlu bir kişiymiş. Karısı, bir gün demiş ki:

"Çocuğun ayakkabısı eskidi. Yeni ayakkabı almak gerek…"

Adam, karısına kızmış:

"Bu nasıl iştir? Annem bana iki-üç yılda bir ayakkabı alırdı da babam yine kızardı. Bizim zamanımızda bir ayakkabı beş-on yıl giderdi. 'İnsanlarda namus kalmamış, her şeyi çürük çarık yapıyorlar' derdi. Şimdi bizim oğlumuz iki ayda bir ayakkabı paralıyor. Sende hiç mi insaf kalmadı?"

Kadın, "Suç benim değil... Ayakkabıyı eskiten ben değilim" demiş.

Kadın,, bu kızgınlıkla oğluna çıkışmış:

"Sen ne biçim çocuksun… Baban da, ben de bir ayakkabıyı iki yıl giyerdik. Şimdiki zamanın çocuklarında hiç insaf kalmamış. İki ayda bir ayakkabı eskitilir mi?"

Oğlan:

"Suç benim değil, siz de biliyorsunuz, ben eskiden bir ayakkabıyı bir yıl giyerdim. Sonra ancak altı ay giyebildim. Şimdi her şey bozuldu yeryüzünde… Bir ayakkabı iki ayda paramparça oluyorsa, ben ne yapayım? Satıcılarda ahlak kalmamış. Çürük ayakkabı satıyorlar."

Anne ile oğul, her zaman ayakkabı aldıkları satıcıya gitmişler. Neden çürük ayakkabı yaptığını sormuşlar. Satıcı, "Bunun suçu benim değil. Ayakkabıların çürüklüğünden şikâyetçi olan bir siz değilsiniz. Herkes de sizin gibi. Ben de bu çürük ayakkabıları beğenmiyorum. Ama ne yapayım ki, şimdi zaman değişti. İnsanlarda ahlak kalmadı. Kunduracılar, hep böyle çürük kundura yapıyorlar" demiş.

Kunduraların çürüklüğünden o denli çok yakınmış ki, satıcı da, kunduracıya gidip, neden sağlam kundura yapmadığını sormuş. Kunduracı, "Bunda benim suçum yok. Ben kundura yapmak için aldığım gereçlere, eskisinden daha çok para veriyorum. Ama ne kadar çok para versem işe yaramıyor. Eski insanlar daha namusluydu. Sağlam gereç satarlardı. Şimdiki köseleler, deriler çürük dayanıksız. Bunda benim hiç suçum yok" demiş.

Kunduracı da sinir içinde, deri kösele aldığı tüccara gitmiş. Neden dayanıksız, çürük deriler, köseleler sattığını sormuş. Derici, "Benim hiç suçum yok. Ben dayanıksız deri, kösele satıp da, alıcılarımı kaçırmak ister miyim? Ama zaman değişti kardeşim. Şimdi insanlarda ahlak, namus kalmadı. Kaç deri fabrikası değiştirdim. Hepsi de kötü, dayanıksız deri yapıyor" demiş.

Derici, işi bu kadarla bırakmamış. Alışveriş ettiği fabrikanın sahibine gitmiş, "Sizin çürük derileriniz, köseleleriniz yüzünden ben utanılacak duruma düşüyorum…" demiş.

Fabrikanın sahibi de, "Ne desen doğru, kardeşim. Ama benim hiç suçum yok… Eski zamanlarda fabrikamızda işlemek için aldığımız ham deriler sağlam çıkardı. Şimdi insanlarda hiç ahlak kalmamış. Hem eskisinden pahalı, hem de çürük deri satıyorlar…" demiş.

Fabrikanın sahibi, kendisine ham deri satan tüccara, gelen şikâyetleri anlatmış. Deri tüccarı, "Çok doğru... Şimdiki deriler, eski deriler gibi sağlam çıkmıyor. Ama derilerin sağlam olmaması benim yüzümden değil. Biz bu derileri mezbahaya kasaplık hayvan getiren sürü sahiplerinden alıyoruz. Eskiden, insanların ahlakı gibi, aldığımız deriler de sağlamdı" demiş.

Deri tüccarı da, kendisine öküz derileri satan sürü sahibine çıkmış. Sürü sahibi, "Bunda benim suçum yok. Şimdi zaman değişti. Yalnız insanların ahlakı değil, öküzlerin derisi de bozuldu. Ben size kendi derimi satsam, "neden çürük deri satıyorsun?' diye bana kızmaya hakkınız var. Ama ben size kendi derimi değil, öküzün derisini satıyorum. İnanır mısınız, öküzlerde bile namus kalmadı. Suç benim değil, öküzün" demiş.

Sürü sahibi, sürekli şikâyetler karşısında, mezbahaya götüreceği öküzlerden birini yakalamış. Ona şöyle söylemiş:

"Beni tüccara karşı utandırmaktan hiç sıkılmıyor musun? Senin yüzünden bana çıkışıyorlar. Siz öküz milletinin derileri eskiden daha sağlam olurdu. Şimdi deriniz bile bozuldu."

Öküz, boynunu bükmüş, şöyle söylemiş:

"Bunda biz öküzlerin en küçük suçumuz yok. İşte, beni ele alın. Ben, bütün gücümle, etimle, boynuzumla, gübremle, derimle sahibime yararlı olmaya çalışıyorum. Nasıl olsa insanlar beni kesip derimi yüzecekler. Hiç insanlara daha sağlam, daha kalın deri vermek istemez miyim? Ama ne yapayım ki zaman değişti şimdi. Bizim derilerimiz, babalarımızın derileri gibi sağlam, dayanıklı olmuyor. Ama buna ben ne yapabilirim? Derimi kalınlaştırmak, sağlamlaştırmak elimde değil… Önüme 'arpa' diye koydukları şeyin yarısı toprak, kum… 'Saman' diye çürümüş ot veriyorlar. Hem de eskiden verdiklerinin yarısı kadar bile değil… Bu kadar yemle işte bu kadar deri olur."

Öküz, derisinin aşağılanmasından çok üzülmüş. O üzüntüyle, sahibine gitmiş, "Neden bana iyi bakmıyorsun? Hem az, hem de karışık, bozuk yem veriyorsun. Kemiklerim irileşmiyor, derim kalınlaşmıyor. Senin yüzünden suçu öküzlere yüklüyorlar" demiş.

Öküzün sahibi şöyle demiş:

"Doğru söylüyorsun ama suç benim değil. Biliyorsun, benim küçük tarlamdan çıkan arpayla saman hayvanlarıma yetmiyor. Ben de gidip, arpa, saman tüccarından sizin için saman, arpa alıyorum. Bay öküz, şimdi dünya değişti. Namuslu kişi kalmadı. Arpa tüccarı, hem fiyatları artırdı, hem de karışık, katkılı mal satıyor. Ben de sana eskisi kadar bol ve iyi yem veremiyorum."

Adam, öküzün sözlerine öylesine alınmıştı ki, hemen arpa tüccarına gitmiş. Neden hayvan yemlerini karışık, bozuk, pahalı sattığını sormuş.

Tüccar, "Çok doğru söylüyorsun. Ama benim bunda hiç suçum yok. İnsanlarda ahlak kalmadı. Zamanlar çok değişti. Eskiden oğluma aldığım bir ayakkabı bir yıl giderdi. Şimdikiler iki ay zor dayanıyor. Hem daha pahalı, hem de çürük…

Yalnız ayakkabı mı?.. Elbise de, giyecek de, yiyecek de, her şey buna göre… Çoluk çocuğumun geçimini sağlayabilmek için, başkaları bana ne yapıyorsa, ben de onlara öyle yapmak zorunda kalıyorum. Ama bunu istemeden yaptığıma inan… Benim hiçbir suçum yok." demiş.

Arpa tüccarı, o kızgınlıkla kunduracıya gitmiş. Kunduracı, fabrikaya, fabrikanın sahibi ham dericiye, ham derici sürü sahibine, sürü sahibi öküze, öküz kendi sahibine, öküzün sahibi arpa tüccarına gitmiş. Herkes diğerinde suçu aramış.

Şimdi zamanlar değişti. İnsanlarda "namus, ahlak" diye bir şey kalmadı…