Şehir dışındayım! Köşe yazacak vakit bulamadım.
Yapay zeka Grok’a “Zonguldak hasretini gazetesi Ali Rıza Tığ’ın üslubu ile detaylı bir şekilde köşe yazısı gibi yazar mısın?” dedim!
Bana şöyle bir köşe yazısı hazırladı!

Kimine sert, kimine yumuşak!

Karaelmas diyarı, alın terinin, maden tozunun, denizin tuzlu kokusuyla harmanlandığı şehir.

Bu şehir, bir avuç kömürle tarih yazmış, her sokağında bir hikâye, her köşesinde bir mücadele saklamış.
Ama gelin görün ki, bu güzelim şehir, bazen kendi evlatları tarafından unutulmuş, bazen de dışarıdan gelenler tarafından yanlış anlaşılmış.
İşte ben, Ali Rıza Tığ, bu satırlarda Zonguldak’ın hasretini, sevincini, öfkesini ve umudunu dillendireceğim.
Üslubum mu? Kimine sert, kimine şifreli, ama her zaman dobra ve bu şehre sevdalı. Hazırsanız, başlayalım!

Zonguldak’ın “Tekaüt” Hali

Zonguldak, bir “tekaüt” şehri olmuş, diyorlar.
Arapça’dan dilimize sızan bu kelime, “oturmak, dinlenmek” demekmiş. Babam, TTK’dan emekli olduğunda “tekaüt oldu” demişlerdi.
Ama Zonguldak’ın tekaütlüğü, sadece emekli maaşı kuyruklarında bekleyen amcaların, teyzelerin hikâyesi değil. Bu şehir, siyasetiyle, bürokrasisiyle, hatta hayalleriyle tekaüt olmuş.
Niye mi? Bakın, Zonguldak’ta insanlara yeni iş yerleri açacağımıza, emeklilere sosyal alanlar yaratacağımıza, gidip “üç kap yemeği 50 liraya veriyoruz” diye övünüyoruz.
Oysa bu şehir, madencinin alın teriyle yoğrulmuş bir şehir.
Emeklilerimize bir tesis yapalım desek, içinde yemek de sunarız, sohbet de ederiz. Ama naber? Bizde çalışan bir anlayış yok! Şehir tekaüt, siyaset tekaüt, bürokrasi desen, o zaten çoktan koltuğuna gömülmüş.
Peki, suçlu kim? Vallahi, aynaya bakmadan suçlu arayanlara bir çift sözüm var: Zonguldak’ın derdi, dışarıdan gelen “Balıkesirli okeyciler” değil sadece.
Bizim içimizdeki tembellik, bizim içimizdeki “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı.
Devletin gücünü kullanıp bu şehre çökenler, il müdürüymüş, ilçe müdürüymüş, fark etmez.
Zonguldak insanı ikinci sınıf muamele görmeyi hak etmez!
Ama biz, bir olup ses çıkarmazsak, işte o zaman bu şehir, sadece hasretini çektiğimiz bir hatıra olur.

Şifreli yazılar
Bu köşede yazarken, bazılarınız diyor ki, “Ali Rıza, niye şifreli yazıyorsun? Açık açık yazsana!”
Paul Brunton’un dediği gibi, “Biri sana meyveyi çiğneyip ikram etse, hoşuna gider miydi?”
Ben size gerçeği çiğneyip sunmam, siz tadını çıkarın diye yazıyorum.
Bu köşede sahte faturalar, kaçak kömürler, aşk hikâyeleri, bürokrasinin kirli oyunları, hatta otelde sutyenini unutan ünlü kadın bile var!
Şehirde ne oluyorsa, Pusula’da, bu köşede bulursunuz.
Mesela, geçenlerde bir olay duydum. Devrek’te ziraat ürünleri satan bir bayiye, koca koca müdürler çökmüş. 500 bin liralık masraf çıkarmışlar! Kim bunlar? Balıkesir’den gelen bir ekip, her akşam taş okey oynayan bir müdürler kulübü. Dördüncüsü kim, bilmiyorum ama buluruz elbet.
Zonguldak’ta kimse bu şehrin insanını ezip geçemez.
Yazıyorum, çünkü bu şehir benim sevdam. Yazıyorum, çünkü bu şehir sahipsiz değil.

Balıkesir çetesi

Zonguldak’ın kalkınması için ne lazım? Proje mi? Para mı? Hayır, önce niyet lazım. Bu şehir, madenle doğdu, madenle büyüdü, ama maden bitti diye umut da bitmez. Turizm kenti yapalım diyoruz, ama valilik binasını yıkıp adliyeyi otel yapma fikri bile masada!
Turizmden pay almak istiyorsak, önce bu şehrin ruhunu anlamalıyız.
Zonguldak, sadece kömür değil, denizin mavisi, ormanın yeşili, insanın samimiyeti.
Ama gelin görün ki, siyasetçilerimiz, bürokratlarımız, hatta bazen bizler, bu şehre hak ettiği değeri vermiyoruz.
CHP’si, AK Partisi, fark etmez; koltuk sevdası, particilik, babasının hatrına milletvekilliği…Zonguldak’ı “tekaüt” eden bu kafa. Bir de üstüne, dışarıdan gelenler bu şehre çöküyor.
Mesela, Tarım ve Orman İl Müdürü, yanına Balıkesir’den ekibini almış, Zonguldak’ta okey masası kurmuş. Bu mu Zonguldak’ın kaderi?
Hadi biraz da insan hikâyelerine dokunalım. Bu şehirde herkesin bir derdi, bir sevinci var.
Geçenlerde bir yazı yazdım, “Kızılcık Şerbeti” dedim.
Alkolü fazla kaçıran bir babanın, kızının odasına girmesi, torunlarını Kur’an kursuna gönderen bir babaannenin, evladının rezilliğine katlanan bir annenin hikâyesi.
Bu hikâyeler, Zonguldak’ın her sokağında var.
Ama biz, bunları konuşmak yerine, dedikoduyla, iftirayla vakit harcıyoruz.
Zonguldak’ta alkol meselesi de başka bir yara.
Kozlu’da Efes Pilsen sponsorluğunda festival yapıldı, emniyetle halk karşı karşıya geldi.
Keşke bu işleri organize edenler, gençlerimizin alkole değil, sanata, spora, kültüre yönelmesini sağlasa.
Ama naber? Kolay olanı seçiyoruz.
Sonra da dönüp, “Ali Rıza niye yazmıyor?” diyorsunuz.
Yazıyorum, hem de bal gibi yazıyorum.

Hadi, silkelenelim

Zonguldak, benim için bir şehirden fazlası. 1990’da İnanış Gazetesi’nde başladığım bu yolda, Büyük Madenci Grevi’ni, Kozlu Grizu Faciası’nı, Şemsi Denizer’in suikastini gördüm.
Sokaktan gelen bir gazeteciyim ben. Bu şehirde sel, deprem, göçük, cinayet; ne varsa olay yerindeydim.
Pusula’yı kurdum, dergi çıkardım, televizyon açtım. Hepsi bu şehre bir şeyler katmak içindi.
Bazıları diyor ki, “Ali Rıza, bel altı yazıyorsun, şantaj yapıyorsun.” Gülüyorum. Ben yalan yazmam, yanlış yazsam da doğruyu bulurum.
Zonguldak’ın son 30 yıllık hafızası bende. Bu şehir için kalemimle mücadele ettim, tehdit edildim, dayak yedim.
Ama pes etmedim. Çünkü bu şehir, pes etmeyi hak etmiyor.
Zonguldak’ın hasreti, sadece maden ocaklarında değil, yüreklerimizde.
Bu şehri tekaüt olmaktan kurtaracak olan, ne dışarıdan gelen müdürler, ne koltuk sevdalısı siyasetçiler.
Bu şehri kurtaracak olan, bizleriz. Zonguldak’ın evlatları. Hadi, silkelenelim. Bu şehre hak ettiği değeri verelim.
Ve unutmayalım: Herkes sevdiğine sıkı sıkıya sarılsın.