Değerli okurlarım; bir konu ile ilgili “az-çok, iyi-kötü, yakışıklı-çirkin” gibi değerlendirmelerin bir değer ifade edebilmesi için elde bu konularla ilgili ya genelleşmiş ya da özel olarak belirlenmiş kıyaslama kriterlerinin olması gerekir. Aksi halde bu değerlendirmeler fazla bir değer taşımaz.



Bu durum, kişilerin “iyi-kötü, başarılı-başarısız” değerlendirmeleri için daha da geçerlidir. Ayrıca da, bir kişinin, bir başka kişi hakkında bu tür değerlendirmeler yapabilmesi için, o kişi ile onun bu niteliklerini tanımaya yetecek kadar bir birliktelik ve paylaşım ortamlarının olması zorunludur.


Bir kişi hakkında bu tür değerlendirmeler yapmanın bir başka yolu da, onu tanıyanların değerlendirmelerinden (referanslarından) yararlanılmasıdır. Bu yol risklidir ve referansından yararlanılacak olanların dürüstlükleri ve değerlendirme yetenekleri oranında güvenilir olabilir.




Değerli okurlarım; bu satırların yazarının hiçbir Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürü ya da üst düzey yöneticileri ile bir birlikteliği ve paylaşım ilişkileri olmamıştır. Ancak Zonguldak’ta geçen yarım asra yakın çalışma hayatı sürecinde kazandığı dostları ve arkadaşları; hoca-öğrenci ilişkileri içinde tanıdığı, kurumda mühendis ve tekniker, (birçoğu emekli olmuş) yüzlerce öğrencisi olmuştur. (Bu öğrencileri arasında, teknikerlikten geçerek ve hayatın zorluklarını yaşayarak mühendislik öğrenimine hak kazanmış, birçoğu önemli görevlere de gelmiş olan ağabey öğrencilerinin farklı bir yeri olmuştur.)


Bu dost, arkadaş ve öğrencilerimle çeşitli ortamlarda birliktelikte olduğum zamanlar olmuş ve halen de olmaktadır. Bu birlikteliklerdeki sohbetlerimizde, çoğu kez, konu döner dolaşır, TTK’nın nasıl kurtulacağına dayanır. Kurum ve yönetimi hakkında değerlendirmeler yapılır.


Bu sohbetlerin bazılarında, kurumun müstemleke bir ülkede bile olamayacak kadar kötü yönetildiği dönemlerin ve durumların olduğundan çok söz edildiği olmuştur. Ancak, özellikle, ne görevden ayrılmakta olan son Genel Müdür Sayın Burhan İnan, ne de ondan önceki Genel Müdür Sayın Rıfat Dağdelen ve de ismen tanıdığım pek çokları için; onların dürüstlükleri, iyi niyetli kişisel çabaları, yönetimsel ve teknik yeterlilikleri gibi konularda olumsuzluklarından söz edenleri duymadım diyebilirim.


Başarıları ile ilgili değerlendirme ise, daha önce de belirttiğim gibi, bu niteleme için esas olacak kriterler, değerlendirilen kişinin sahip olduğu imkanlar, içinde bulunulan koşullar ve de değerlendirmeyi yapanların dürüstlüğü gibi faktörlerin sonucu olacak bir durumdur.




TRANSATLANTİĞİN SU ALMA SÜRECİ…


Değerli okurlarım; bir transatlantiğin su almaya başlaması ile batış aşamasına gelme durumu arasında, gemiye giren suyun miktarına ve artış hızına göre, ayların ve yılların geçebileceği söylenir. Suyun girme noktası ya da noktaları onarılmadan gemi hizmete devam ederse, geminin su almasının gün be gün artabileceği, kaptanının ve mürettebatının imkan ve çabaları ile tahliye edilemez bir noktaya gelineceği bellidir.


Böyle durumlarda, gemi kaptanının kendi imkanlarını aşabilecek her konudaki olumsuzluklardan, geminin sahibi olan patronu ya da kurumu haberdar etmesi gerekir. Eğer kaptanın bu uyarıları dikkate alınıp mürettebatı aşan ya da aşma potansiyeli olan olumsuzluklar giderilmeden geminin seferde tutulması istenirse, yaşanacak olan daha büyük sorunların neler olabileceği bellidir.


TTK da, sahibi devlet olan bir transatlantiğe benzetilebilir. Bu emektar transatlantiğin onlarca yıldır bilinen pek çok noktasından su aldığı ve arızalarının olduğu bir gerçektir. Son yıllarda, doğal ve doğal olmayan birçok nedenle geminin su almasının ve arızalarının gün be gün daha da arttığı da biliniyor. Zaman içinde, ne kaptanın ve mürettebatın ne de geminin patronunun inisiyatifi ile yapılan tamiratların, alınan palyatif önlemlerin geminin emniyetle yoluna devam etmesi için yeterli olmadığı görülmüştür. Bu durumda kaptana, “bu halde yola devam et” demek de, herhalde mümkün değildir.


Patronun gemiyi seferden alması, sadece teknik ve ekonomik kriterlere göre verilebilecek bir karar olamayacağı; konunun sosyal boyutunun da göz önünde bulundurulması gerektiği bilinmektedir. Zira gemiden yararlananların, genelde gemiden başka kullanabilecekleri bir ulaşım vasıtası bulunmamaktadır. Bu durumda yolcuların ulaşım ihtiyacının karşılanması, aynı zamanda patronun sosyal bir görevi de olmaktadır. Bu nedenle, gemiden yararlanan bölgenin ulaşım ihtiyacını karşılayacak bir çözüm bulunmadıkça, geminin seferden alınması, hurdaya ayrılması gibi durumlar zor görünmektedir.




DERİN YERALTI KÖMÜR MADENCİLİĞİ, DOĞA İLE YAPILAN SAVAŞLARIN EN ZOR OLANLARINDAN BİRİSİDİR!


Madenciliğin, özellikle de yer altı kömür madenciliğinin, milyonlarca yıldan beri bağrında sakladığı bir değeri vermek istemeyen doğa ile onu almak isteyen insanoğlu arasındaki bir savaş olduğu bilinmektedir. Derin yer altı kömür madenciliği, herhalde bu savaşların en zor olanlarından birisidir. Bunun da en zoru ve şiddetlisi de, “Zonguldak Taşkömürü Havzası”nda yaşanmaktadır.


Doğa, havzanın bütün cephelerinde insanoğluna, gaz, toz, su bombaları atarak, göçükler yaparak saldırıyor; bazen fay, kıvrım gibi şaşırtmalarla izini kaybettirerek, rakibinin işini zorlaştırıyor, bazen de onun hata ve eksikliklerinden yararlanıyor. 160 yıldır süren bu savaşta, 400 milyon ton kadar (satılabilir) kömür kazanımı karşılığı 5 bin dolayında şehit ve belki ondan da çok daha fazla yaralı verildiği biliniyor.


Bu savaşta, insanoğlunun teknik ve yönetimsel kurmaylık hizmetlerini ve her türlü ikmal işlerini en iyi ve en hızlı şekilde yapmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu hizmetlerin (Havzanın yetiştirdiği değerli mühendislerden olan Sayın Celalettin Çakır’dan, yıllar önce bizzat duyduğum “bizde bir battaniyenin bir servisten diğerine gitmesi için 8-10 imza gerekiyor; bir oring ‘lastik conta’ için iş makinası yatıyor” tarzı) ağır işleyen devlet bürokrasisi ve 3-5 bin lira aylıklar karşılığı, kontrolü ellerinde olmayan oluşumların ağır sorumlulukları ve riskleri yüklenen (bu nedenle de mahkemelerde hesap sorulan!) kadrolarla sağlanması da, herhalde mümkün değildir.




GEMİNİN SEFERDE TUTULMASI MÜMKÜN MÜ?


Bu köhne geminin, Karadeniz’in azgın dalgaları gibi sayısız tehlikelerle dolu bir denizde, sorunlarının nasıl giderilip yüzdürülmesinin reçetesini yazmak ya da hurdaya ayrılması, kiralanması, (alıcısı olabilirse!) satılması gibi konularda öneriler sıralamak, bu satırları yazanın ve bu gazete köşesinin boyutlarını aşacağını söylemeye gerek yoktur.


Bu reçetenin, ülkemizde, bu konuda en değerli birikime sahip olan (derin yer altı kömür madenciliğini, geminin su alma noktalarını ve arızalarını bilen, havzayı tanıyan) TTK’dan yetişmiş değerli teknik kadroların desteklediği siyasi karar vericiler tarafından yazılması gerekir.


Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde, en büyük sorunlardan birisinin de “israf” olduğu biliniyor. Bu israfın en fazla ve maliyeti en yüksek olanı da, herhalde yetişmiş insan israfıdır. Bir kamu kurumunda yıllarca emek vermiş, çok pahalıya mal olan deneyimler kazanmış; hatalı-hatasız önemli kararlara imza atmış bir üst düzey bürokrat, emekli oluyor ya da emekli ediliyor. O kurumdan ilişiği kesiliyor. O kişinin bilgisinden, deneyiminden yararlanmanın yolları aranmıyor. (Şahsımıza da yapıldığı gibi, geçtim “kullanım süren doldu haydi güle güle” denilmesini, arkasından taşlar bile atılabiliyor!)


Herhalde TTK gibi kurumların rehabilitasyonu ya da hizmetinin sonlanması gibi önemli, hayati konularda, deneyimlerinden, değerlendirmelerinden yararlanılması gereken kişilerin başında, o kurumda yıllarca Genel Müdürlük, Daire Başkanlığı, İşletme Müdürlüğü gibi üst düzey görevlerde bulunmuş, bilgi ve deneyimlerine güvenilen kişiler olması gerekecektir. (Savaşı, en iyi savaşı yaşayanlar bilir!)


Görevini liyakatla ve iyi niyetle yapmış ve yapmakta olan teknokrat kadroların, siyasi değerlendirmelerin dışında tutulması; onların, yılların birikimi olan bilgi ve deneyimlerinden yararlanılması, her zaman için ülke yararına olan, ancak ülkemizde pek de geçerli olmayan bir durum olduğu biliniyor.


Bu vesile ile TTK Genel Müdürlüğü görevinden kalp huzuru ile ayrıldığından emin olduğum son Genel Müdür Sayın Burhan İnan ve ondan önceki Genel Müdür Sayın Rıfat Dağdelen gibi görevini liyakat ve özveri ile yapıp da ayrılmış olan, hayattaki tüm TTK Genel Müdürlerine ve çalışanlarına, sağlıklı, huzurlu emeklilik hayatı dilerim. (Bunun aksi olarak, Kurumun bugünkü duruma gelmesinde ilgisi, katkısı olanlar için söyleyeceğimi ise burada yazmaya gerek yoktur.)




Bu arada 2’nci basamak üniversite sınavlarına giren torunuma ve tüm sınava giren sevgili gençlere başarılar; yaz tatiline çıkan tüm sevimli can öğrencilerimize ve öğretmenlerine kazasız-belasız iyi tatiller dilerim.


Tüm gerçek Müslümanların Ramazan’ını ve yaklaşan Ramazan Bayramlarını tebrik ederim. Barışa, birlikteliğe vesile olmasını dilerim.