Değerli Okurlarım...
Üniversitemizin Akademi olduğu 1970'li yılların sonlarında, 80'li yılların başlarında, Akademi Lojmanlarında oturmakta idik. O yıllarda ilkokula giden iki oğlumuz, Cumhuriyet ve 23 Nisan Çocuk Bayramı günlerinde, sınıflarında olduğu gibi, odalarını da bayrak ve Atatürk resimleri ile donatırlar, bana da sorular sorarlardı.
Böyle günlerden birinde "Baba, komşumuz Ramazan Amca'nın(x) okula birlikte gittiğimiz çocukları bizler gibi odalarını süslemezlermiş. Böyle günleri kutlamak günahmış. Sadece Kurban ve Ramazan bayramlarının kutlanması sevapmış. Bizi Atatürk kurtarmamış, Cumhuriyeti de o kurmamış. Allahını, peygamberini seven dedelerimiz, ninelerimiz, onların, savaşları, duaları kurtarmış. Ramazan Amca ve
Emine Teyze(x) öyle söylüyormuş. Ama sen böyle anlatmıyorsun" gibi cevaplanması zor sorular da sorarlardı.
Komşumuz Ramazan amcaları, Milli Eğitim Müdürlüğü'nde Şube Müdürü olarak görev yapmakta iken, öğretim görevlisi olarak Akademiye geçen bir hocamız idi. Bir cemaate bağlı olduğunu kendisi de gizlemeyen ve okuduğu gazeteden de belli olan komşumuz, Akademide Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi derslerini veren iki hocadan birisi idi. Kendisi ve ailesi ile kişisel bir sorun yaşamadığımız komşumuz hayatta ise uzun ömürler, çocuklarına da başarı ve mutluluklar dilerim.
Herhalde böyle hocaların, sözde de olsa, Atatürk'ü, mücadele arkadaşlarını ve yaptıklarını, öğrencilerine çocuklarına anlattıkları gibi anlatmaları düşünülemez. Her benzer durumlarda olduğu gibi, burada da sevmedikleri, beğenmedikleri, inanmadıkları Atatürk'ü ve yaptıklarını, öğrencilerine sözde değil özde, inanarak anlatmaları da beklenemez.
Bu satırların yazarı tarihçi, ya da sosyolog değildir. Ancak, seksene yaklaşan ömrünün ilkokuldan sonraki tüm dönemlerinde, Büyük Atatürk'ü, milleti ve ülkesi için yaptıklarını, yapamadıklarını bilenlerden dileyen, lehinde ve (çok az da olsa) aleyhinde yazılanları elinden geldiğince okumaya çalışan, hayatını "Cılga Yollardan Otobana!" olarak nitelendiren emekli bir mühendis öğretim üyesi T. C. vatandaşıdır.
Onun bu yaptıklarının sadece başlıklarının bile bir kitap oluşturacak kadar fazla olan bu eylem ve söylemlerinin tümünün milleti, ülkesi ve insanlık yararına; akıl, bilim ve evrensel doğrulara uygun olduğuna inanılarak yapılmış eylem ve söylemler olduğunu gören, anlayan ve inanan büyük çoğunluktan birisidir.
Buna karşın Kurtuluş Savaşı esnasında ve Cumhuriyetimiz kurulduktan sonra da, günümüze kadar uzanan her dönemde, toplumun her kesiminde, gizli ya da açık olarak Ramazan Hocadan çok daha ilerilere savrulmuş, gizli, açık eylem ve söylemleri olan kişilerin, gurupların, örgütlerin varlığı bilinmektedir.
Bu satırların yazarı;
[*] Atatürk ve arkadaşlarının yaptıklarından ve yapmak istediklerinden kişisel, grupsal, örgütsel çıkarlarının bozulmasından ve kendilerine karşı yapılan uygulamalardan dolayı sevmeyenler, kin ve nefret duyanlar olduğunu,
[*] Irmağın yanında dere bile olamayacak kadar küçük olan eksikliklerin; hatalı ve yanlış görünen uygulamalarının ise ya zaman yetersizliğinden, ya zamanın koşullarından ya da istenmeden olduğunu da, her vicdan sahibinin kabul edebileceğini,
[*] Onu ve arkadaşlarını sevmek, yaptıklarını takdir etmek, rahmet ve özlemle yad etmek ya da karşı değerlendirmelerde bulunmak için, tarihçi, sosyolog olmaya da hiç gerek olmadığını; akla, bilime, hakka, evrensel doğrulara saygılı olmanın yeterli olduğunu
görenlerden ve inananlardan birisi olmuştur.
Diğer yandan, sevmemenin, saygı göstermemenin ötesinde, tarihten de gelen kişisel, grupsal, kurumsal, inançsal kinleri, husumetleri, şartlanmışlıkları gibi nedenlerle; ona, onun silah ve yol arkadaşlarına, yakınlarına bilinçli olarak beddua, iftira, hakaret, saldırı boyutlarına ulaşanlarının olduğu da bilinmektedir. Onlardan bu tutum ve davranışlarını dini nedenlere dayandıranların bu yoldaki mücadelelerini cihat olarak nitelendirildiklerin varlığı da bilinmektedir.
Yine bu satırların yazarı, özellikle böyle çirkin ve insanlık dışı eylem ve söylemleri olanların ve onlara destek verenlerin hoş görülmelerinin, affedilmelerinin büyük hata olduğuna ve olacağına da inanan büyük çoğunluktan birisidir.
Bu tür tutum ve davranışların, Atamızı ve onun silah Arkadaşlarını seven ve onların yolunda olan milletimizin kadir, kıymet bilen çok büyük çoğunluğunu üzmekte, kırmakta hatta kızdırmakta olduğunu da söylemeye gerek yoktur. Ancak onlara karşı yasal sınırlar içinde, gerekli tepkileri göstermekten, doğruları anlatmaktan; haklarında yapılması gerekenleri, onun kurduğu Cumhuriyetin yasalarına ve uygulayıcılarına bırakmaktan, onlardan beklemekten ve sabır göstermekten başka yapılacak bir şeyin olmadığını da bilenlerdendir.
Hal böyleyken, nasıl oluyor da, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, bu vicdansız ya da vicdan terazisi bozuk olanlar ve onların destekçileri her dönemde varlıklarını sürdürmekte ve hatta çoğalabilmektedir?
Yazının, bu sorunun yanıtı amacına yönelik bölümünü, fazla uzatmamak için, bir sonraki yazımıza bırakmanın uygun olacağını düşündüm.
Burada, büyük hiciv ustası rahmetli Neyzen Tevfik'in, bilerek ya da bilmeden karşı olanların büyük çoğunluğunu oluşturduğu bilinen bölümü için yazdığı taşlama türündeki iki dörtlüğünün (paylaşılmasının uygun olacağını düşündüğüm) ikişer satırını (bir kelimesinin yer değişikliği için özür dileği ile!) sizlerle paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum.
"Esir iken mümkün müdür ibadet
Yatıp kalkıp ATATÜRK'E dua et.
....
İşgaldeki hali sakın unutma.
Atatürk'e sebepsiz dil uzatma.
....."
Atamız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün fani hayattan ayrılışlarının 83. yılında; onu, onun mücadele arkadaşlarını rahmet, hürmet, minnet ve büyük bir özlemle anıyorum. Allahtan rahmet diliyorum. Onu ve cumhuriyetimizi kuran yol arkadaşlarını bu duygu ve dileklerle ananlara onun yolunda olanlara da en derin saygılarımı arz ediyorum.
(x): İsimler gerçek değildir.