Ne zor dönemlerdi o dönemler, halen şaşıyorum nasıl hayatta kaldığımıza...
Neler çektik neler...
Babamla birlikte gidiyorduk Dilaver'deki maden ocağına.
Yaşım daha 17...
Kanun belli, savaş var, madene gitmek zorunlu.
Ülke kalkınacak diye binlerce insanı ölüm kuyularına gönderdiler.
Yürüme giderdik babamla ocağa...
Köyden Beycuma'ya, oradan Elvan'a oradan da Kokaksu üzerinden merkeze indik.
Pavyonda kalıyoruz, ocağa inmeden bir kaç saat dinlenmeye vaktimiz de var...
Babam bir sigara yaktı, otlardan yapılı döşeğine yaslanarak.
Ben de anamın koyduğu kömeçten bir parça kırdım.
Pavyon ana baba günü...
Kapı açıldı...
İçeri 4 kaçak getirdi jandarmayla baş sorumlu.
Kapı dediysem öyle kapı değil, tahtalardan çakma.
Mevsim kış, cam yok, naylon kaplı camlar.
Herkes kaşınıyor ki sorma.
Bit basmış herkesi.
Bit ütüsü var ama kime ne fayda...
Jandarmaya yalvaran bir kadın sesi geldi.
Herkes o tarafa baktı.
"Etme uşam, ben kadınım, yaşım 54...
Benim ne işim var madende...
Gördün mü sen hiç kadın madenci..."
Adı Cevahir'miş teyzenin.
Muhtar bilerek yazmış adını listeye, demek ki sevmiyordu kadını, başına böyle bir iş verdi.
Anlatamadı derdini.
Baş sorumlu "Seni buraya erkek yazmışlar teyze ben ne yapayım? Saat geç oldu, yarın çıkartırım seni müdüre" dedi.
Kadıncağız, "Etme yavrum; ben bu kadar erkeğin içinde nasıl kalacam?" dedi.
Oralı bile olmadı sorumlu...
Kadıncağız yas etmeye başladı ama kime ne fayda...
Madenciler teselli etmeye çalıştı.
Birisi yatağını verdi anaya...
Diğerleri "Ana... Ocak Müdürüne anlatırsın; halleder, sokmaz seni ocağa" sözleriyle teselli verdi.
"Ulan bu da yaşamak mı be...
İnsan insana bunu yapar mı?
Gavurun mermisi altında ölsek daha iyi...
Ocak katırı kadar değerimiz yok bizim...
Ocakta ölmezsek hastalıktan ölecez, olmadı jandarma öldürecek...
Böyle hayatın şarap çanağına tüküreyim!"
Her ağızdan farklı sitemler...
Yeter mi kadıncağızın başına bu gelen?
Yetmez tabi...
Akşam ezanı okunmuştu.
Baş sorumlu berberle geldi, saçı uzun olanları tıraş etmeye.
Bit var her tarafta, milletin kaşınmaktan her yanı yara bere içinde.
O kadar erkeğin içinde kadıncağızın saçlarını da kestirdi kör olasıca.
Ne dediyse ikna edemedi sorumluyu...
Bir kaç işçi arkadaş müdahale etmek istedi.
Onlara da elindeki sopayı gösterdi...
Sonuçta kestiler kadıncağızın saçlarını...
Ağlaya ağlaya bir kaldı kadıncağız.
Yetmezmiş gibi bir de "Fena mı oldu teyze, bit basmaz sana da..." demez mi?
Kadıncağız derdini anlatana kadar 10 güne yakın kaldı aramızda.
Her gördüğümde ağlıyordu.
Ağlamayıp ne yapsın, bu yaşta devlet kadın olduğuna inanmamıştı.
Saçını kesmiş, madene sokmaya çalışıyordu.
Geldi baş sorumlu jandarmayla.
"Teyze hadi gözün aydın, köyüne dönüyorsun" demez mi alay ederek.
Acıması yoktu, anası babası olmazdı, kardeşi olsan Nuh der peygamber demezdi.
Jandarmalar aldı Cevahir Ana'yı...
Köyüne geri götürdüler.
Bunlar bu toprakların acı gerçekleri.
Atılmakta çığlıklar kömür tozu kadar ulaşmazdı dışarı.
Kölelik düzeni zorunlu çalışmayla getirildi bu topraklara.
Ve kanunu herkes kendisine göre uyguladı.
Almanya'da nasıl Nazi kampları vardı ise...
Zonguldak için de "Mükellefiyet" vardı.
Acıydı ama gerçekti...