Günün en dikkat çeken haberi,

Yine maden ocağı sahipleri tarafından yakılan,

Afganlı Nutrani’nin ailesi oldu.

Aile zor günler geçiriyor.

Zaten,

Haberi patlatan Öznur Güneş ile konuşmamda,

Aile evinin yoksulluğundan bahsetti.

Bu normal bir olay değil.

Vahşice gerçekleştirilmiş bir eylem.

İnsanlık onurunun,

Ayaklar altına alındığı bir durum.

Maden sahibinin,

‘Para’ için veya kendi tabiri ile ‘infazı’ yüzünden,

Planlı bir mesele.

Zaten,

Nurtani’nin ölümü bile muamma.

Madende öldüğü söyleniyor ama,

Bir tutanak,

Bir kayıt yok.

Kötü düşünce,

Sil sile halinde,

Olayların nereye geldiğini bizlere gösteriyor.

Plan yapanlar varsa,

İşte Allah’ın da bir adaleti var.

Yani bir insanı yakacaksınız,

Haydi bunu rezaleti yaptınız.

Bir de yakalanmayacakmışsınız,

Bu çok normalmiş gibi,

Ortalık yerde yapacaksınız.

Özgüvene bakar mısınız?

Halbuki,

Nurtani maden ocağında öldüyse,

Çağır jandarmayı,

Meseleyi aydınlat.

Şuan ise her şeyde,

Bir soru işareti mevcut.

Ya kendileri bu olayı karmaşık hale getirdiler.

Ya da olay kendiliğinden çok karmaşık.

Öte yandan,

Kaçak ocağı gerçeği ile yine karşılaştık.

Afrika’da ki elmas ocaklarında çalışan işçiler,

Ve sermayeyi anlat bir film vardı.

‘Kanlı Elmas diye.

Zonguldak’ta aynı kaderi yaşıyor.

Köleleştirilmiş,

Köle olmaya mahkum edilmiş,

Veya köle olduğu hatırlatılmış garibanlar,

Kanlı bir elmas peşinde,

Kaçak köçek çalıştırılıyor.

Zonguldak’ta ki bu filmin başrolünde,

‘Kanlı Elmas’ın başrolü Leonarda Di Caprio yok.

Sen varsın,

Ben varım.

Biz varız.

Sizler varsınız.

Hepimizi bu filmin senaryosun,

Bir şekilde rol alıyoruz.

* * * * * * * * *

Siyasette,

Hatta Zonguldak siyasetinde,

Alışılagelmedik,

Bir açıklama okudum.

Rıfkı Gültekin,

Siyaseti tadında bırakmak gerektiğini,

Aday olmayacağını söylemiş.

Nerede böyle söylemler?

Uzun zamandır duymamıştım.

Hem de Ak Parti’de.

Başkaca bir niyeti var mı bilemem?

Ancak,

Kendisini bu noktada kutlamak istedim.

Çok alışık değiliz bu sözlere.

* * * * * * * * *

Atilla İlhan’ın şiirini okuyorum akşam.

Nerelere götürdü beni.

Biraz anılarımı canlandırdı.

Üstat şiirinde, “akşamlar bir roman gibi biterdi

jezabel kan içinde yatardı

limandan bir gemi giderdi

sen kalkıp ona giderdin

benzin mum gibi giderdin

sabaha kadar kalırdın

hayırsızın biriydi fikrimce

güldü mü cenazeye benzerdi

hele seni kollarına aldı mı

felâketim olurdu ağlardım”…

Biraz sancısı ağır olmuş kendisinin.

Jezabel derken,

Bana da İsabeli hatırlattı.

İstanbul’da,

Kadıköy’de.

Bir İspanyol ve Rakı buluşması.

Beycumalı Batuhan işte,

İsabeli öpmüş müdür?

Bizim Grekler bozulur şimdi.

‘Allah’ın Beycumalısı sen kimsin’.

Yaaaa işte! 

Öyle olmuyor.

Bizim Zonguldak’ın Grekleri,

Güzel sev,

Güzel giyin,

Güzel yaşa,

Asla öyle olsun istemezler.

Kadıköy’de,

Enternasyol bir masa,

Turist İngilizcesi.

Keşke İngilizce şiir yazabilseydim.

Belki İsabel ile boğaza dalabilirdim.

Öte yandan,

Hayatımda ilk defa,

Rakı içen zenci gördüm.

Onu da bir şiir ile yad edeyim.

Ülkü Tamer şöyle imza atmış;

“Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,

Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;

Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

****

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,

Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,

Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...

Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.”