Ya, ben niye Ankara'da idim?

Malum yerlere uğradım, yeni bilgiler aldım.

Neler neler öğrendim!..

Zonguldak'ta acayip şeyler olmuş ve olmaya devam ediyor.

Onu boşverin de; şu, Zonguldak Belediyesi'ni yıllardır soyup soğana çeviren biri vardı ya!

Hala da ufak ufak soymaya devam eden.

Yağmasa da gürlüyormuş!

Gürlemese çağlıyormuş!

Alamayınca ağlıyormuş!

Çok özel sorunlar yaşamaya başlamış.

Yani yedikleri; fitil fitil, çoluk çocuğundan çıkmaya başlamış.

Bunları daha açık bir şekilde yazabilirim.

Ama hırsız da olsa, belki biraz onur kırıntısı kalmıştır diye, rencide ermek istemiyorum.

Çünkü amacım o değil.

Haksız kazanç elde edenlerin sonu iyi olmuyor.

Helalinden kazanmaya bakın.

Kömür diye taşı satarsanız; kazandığınız para, başka bir yoldan uçup gider.

Akıllanmaz, devam ederseniz; başka şeyler olur.

Anladınız işte.

İyi insan olmaya gayret edin.

Öyle başkanı, müdürü, memuru, kantarı, tartanı ayarlar; verdiğin avantayı kameraya alırsan, kazandığın para uçar gider.

Yiyemezsin.

Yediysen de sindiremezsin!

Bu arada; Zonguldak'ı soyanlar çarpılıyor da, Kozlu'da soyanlar rahat mı?

Ateşler içinde yanan da var, parayı toprağa gömen de...

Yalnız yine bazılarının çoluk çocuğuna sıçramış.

Hap içeni mi sorarsın, oy içeni mi?

Kaymaz sanırsın, kayar!

Bizim Zonguldak'ta açıklıkla yazdığımız kişiler; kolay yoldan para kazanırken, vatandaşa buğuz edenlerdir.

Devletin malını çalan, kirasını, vergisini ödemeyen, hazine arazilerini gasp eden kişilerdir.

Elbette tefeciler...

Tefeci demişken; Aziz Nesin'e rahmet okutacak isimler var Zonguldak'ta.

Hem de en niteliklisinden.

Ne demişti Aziz Nesin?

"Kurumuş sinekten yağ çıkarmalı.

Bir üzüm çöpünden bağ çıkarmalı,

Yüzde bin faizle dağ çıkarmalı

Faizi vermeden ölürse borçlu

Ölüyü mezardan sağ çıkarmalı!"

Kaymaz sanırsınız.

Bir gün öyle bir kayar ki!

Neye uğradığınızı şaşırırsınız!

Günün Fıkrası: Boğa kazandı

Adamın biri, Madrid'in en şık lokantalarından birine oturmuş. Yemek yiyecek, mönüyü inceliyor. Tam bu esnada, yandaki masalardan birine muhteşem bir yemek gelmiş. Böyle çeşit çeşit garnitürün içine oturtulmuş, nefis bir sosla bezenmiş; iki koskoca lop et parçası, mis gibi de kokuyor...

Garsonu çağırmış adam; "Gözüm kaldı şu beyin yediğinde. Bir porsiyon da bana getirin lütfen!" demiş.

"Ahhh", diye cevap vermiş İspanyol garson; Görüyorum ki senyor, Madridli değil. Bu, lokantamızın dünya çapında bir spesyalitesidir. Ancak haftalarca önceden sipariş vermek gerekir..."

Şaşkınlığını gizleyemeyen adam; "Yapmayın ya! Peki nedir bu ayıptır sorması?" diye sormuş.

Garson, cevap vermiş: "Bu, senyör; boğa yumurtasıdır. Hemen karşımız arena biliyorsunuz, boğa güreşinde öldürülen boğanın yumurtalarıdır bu! Ama haklısınız, nefis bir yemektir..."

"Tamam tamam" demiş müşteri; "Önümüzdeki ay iş icabı tekrar Madrid'e geleceğim. Şimdiden yerimi ayırtın ve 'boğa yumurtası' spesyaliteniz için bana bir rezervasyon yapın!"

Burnunda o nefis koku, bir ayı zor geçirmiş adam. Koşa koşa Madrid'in merkezindeki o meşhur lokantaya atmış kendini akşam, garsona kim olduğunu hatırlatmış, peçeteyi yakasına sıkıştırmış, başlamış beklemeye...

Beş dakika, on dakika... Önce yine o mis gibi koku; derken garson, elinde kocaman tabakla gelmiş. Yine nefis garnitür, mis gibi bir sos ve ortada... iki küçücük lop et parçası.

"Bu ne? O müşteriye getirdiğiniz tabakta, koskoca iki et parçası vardı.." diye isyan etmiş adam.

"Ahh senyör" demiş garson; "Madridli olmadığınız nasıl da belli... Bu bir kısmet meselesi, bu sefer maalesef boğa kazandı!"