Zonguldak'ta bir çok markette fiyatlar uçmuş durumda.

Dövizdeki hareketlilik nedeniyle fiyatlarını artırması normal karşılanan marketlerin, dövizin düşmesine rağmen fiyatlarını düşürmemesi "fırsatçılık" olarak nitelendiriliyor.

Üstelik, fiyatları en yüksek olan marketlerin sahiplerinin TSO, MÜSİAD gibi sivil toplum örgütlerinde yönetici olması da dikkat çekiyor.

Hükümetin indirim kampanyalarına katıldıklarını açıklayan bu sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin kampanyanın tam tersi davranış sergilemesi, samimiyetsiz bir durum ortaya çıkarıyor.

Ülke genelinde birçok kentte fiyat denetimi yapılıyor.

Zonguldak'ın CHP'li belediyesinin ise, fiyat artışları nedeniyle vatandaşı koruyan-kollayan bir denetimi bulunmuyor.

Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş'ın Ticaret İl Müdürlüğü marifetiyle denetim yaptırması ve vatandaşlara atılan kazığın önüne geçmesi bekleniyor.

Bizim marketler, vatandaşın kaldırımını işgal eder, ses çıkmaz.

Cüzdanından fazla alır, ses çıkmaz.

Bir babayiğit çıkıp da bunlara neden ses çıkartmaz?

Çekene, dübek, mancar tenceresi...

Eskiden kendir-keten ekilirmiş bizim köylerde...

Onların tohumları kullanılırmış.

Ama asıl saplarından ip eğirirlermiş.

O iplerden yaptıkları kilime de "çekene" derlermiş.

Kendir ya da keten sapları dereye yatırılır, lif lif oluncaya kadar bekletilirmiş.

Sonra tokaçla dövülüp ip eğrilir, ardından kilim gibi dokunurmuş.

Çocukluğumuzda evlerde yere serilirdi. Diz kırıp oturduğumuzda ayaklarımız acırdı.

Sert bir yapısı vardı.

Yazın, harmanda yıkanan ya da kaynatılan buğday kurutulurdu.

Çok zahmetli işlerdi bunlar.

Hepsi imece kültürüyle yapılırdı.

Şimdi köylerde ne insan kaldı, ne kültür...

Her evin önünde fırın yoktu. Tek kişi fırın yakmazdı.

En az iki kişi ortaklaşa fırını yakar, odundan ve zamandan tasarruf ederlerdi.

Fırına ekmek sürmek tek kişinin yapacağı iş değildi.

Her şey birlikte yapılırdı.

Saatlerce yürüyerek gittiğimiz Devrek'in Bakırcılar Köyü'ne, şimdi ekmek arabası çıkıyor.

Önce kandil, sonra gaz lambası yaktığımız yılları hatırlıyorum.

Sonra köy meydanına getirilen koca koca elektrik direklerini, kabloları...

Ocak başında ısınıp, meşe ateşiyle aydınlandığımız geceleri...

Ocakta pişen kara mancar tenceresinin kapağının tıngırtısını...

Kıkır kıkır gülünce, "Mancar tenceresi gibi ne kaynayonuz siz?" diye kızan büyükleri...

Gülmek ayıptı o yıllarda!

Babaların, büyüklerin yanında çocuklarını kucağına alıp sevmesi de ayıptı o yıllarda...

Bir ömre neler sığıyor değil mi?

Bir ülkenin yaşadığı değişime ve dönüşüme tanık olduk.

Bir toplumun değişimine ve dönüşümüne tanık olduk.

Herkes yaşı kadar oldu.

Herkes çapı kadar oldu.

Çekeneden girdik, nereden çıktık, değil mi?

Sokularnan dübek döğdüğümüz günle geldi aklıma...

Birlikte yaşama ve birlikte iş yapma kültürünün temellerinin atıldığı yıllardı.

Sokuyu biri zamansız vursa, buğday ortalığa saçılırdı.

Onun için hep sıranı bileceksin.

Ne erken vuracaksın, ne de geç!

Tam zamanında!

Vur, geç!