Evini geçindirmek için çalışmak, para kazanmak ayıp değil.

Ama p……lik, başkalarının vücutlarını pazarlayarak geçim sağlamak utanç verici bir uğraştır. Yani başkası çalışır, sen kazanırsın.

İşçi, memur, vali, doktor, hemşire, gazeteci, esnaf gibi tüm meslek sahipleri, bu nedenle göğüslerini gere gere mesleklerini söyleyebilir.

Ama p……lik yapanlar, mesleklerini gizlemek durumunda kalır.

Bu durum, yapılan işten duyulan utancın yansımasıdır aslında.

O yüzden p……lerin mutlaka başka işleri de vardır.

Karşısınızdaki kişinin aslında kim olduğunu öğrenmek için acele etmeyin o yüzden.

Zonguldak’ta bu işi yapıp, utanma duygusu olmayan çok sayıda insan tanıyorum ben.

Eğer bunlarla konuşursanız, karşınızda cami imamı, İlahiyat Fakültesi Dekanı, hayırsever bir işadamı var sanırsınız.

Hatta üniversiteli kızlara açtıkları evleri bile, “Ben kaç öğrenci okutuyorum, siz biliyor musunuz?” diye bizlere bile okutmaya kalkarlar.

Bunlarda öyle bir yüz vardır ki, ayakkabılarındaki kösele bile utanır.

Herkes bilir aslında ne yaptıklarını, ne olduklarını… Ama unuturlar.

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” diye boşuna dememiş atalarımız.
“Hafızayı beşer”, yani “insan hafızası”, “nisyanla” yani “unutkanlıkla”, “maluldür”, yani “sakattır”... Yani insan, yaradılışı gereği unutur. Ama yaradılışı gereği de hatırlar.
Biz bazen unutuyoruz. Ya da unutmuş gibi yapıyoruz. Bazen de hatırlıyoruz.
“Senin bildiğin kadar benim unuttuğum var” sözü de “ukalalık olsun” diye söylenmemiştir.
Son söz: Ne iş yapıyorsanız, işinizi düzgün yapın.

Utanacağınız işleri yapmayın. Yaptığınız işten utanmayın.

Yazabildiğim kadar…

Yazar Mehmed Şevket Eygi, 26 Kasım 2015 tarihli Milli Gazete’deki “Yazabildiğim Kadar Yazmalıyım” başlıklı köşesinde şöyle diyor:

“Her şey olacağına varır… Bilmeyen mürekkep cahillere en basit gerçekleri anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur… Yatakta uyuyanları uyandırmak kolaydır da, ayakta uyuyanları uyandırmak çok zordur, belki de imkansızdır…”

Biz de yıllardır Zonguldak halkını uyandırmaya çalışıyoruz.

Uyandırma sırasında bazen, “Hadi kalkın”, bazen “Kalkar mısın?” bazen de “Kalksana” diyoruz. Tabii ses tonuna göre sıkıntı da çıkıyor.

Ama olsun. Yazmaya devam… Yılgınlık yok…

Ah Katerina, vah Katerina…

Türk milletinin, yıllardır Rus kadınlarıyla olan ilişkilerini bilirsiniz.

Öve öve bitiremezler.

Anlayacağınız Türkler, Rus kadınlarıyla anlaşıyor, ama Rus erkekleriyle anlaşamıyor.

Suriye’de düşürülen Rus uçağının ardından iki ülke arasında ciddi bir kriz çıktı.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in yerinde bir kadın olsaydı, aynı gerilim yaşanır mıydı, merak ediyorum.

Çariçe Katerina'nın güzelliği uğruna Rus ordusunu imha etmekten vazgeçen Baltacı Mehmet Paşa'nın hikayesini sanırım çoğunuz biliyorsunuz.

Biz böyle bir milletiz!

Belediye Başkanları…

Hepsi için söyleyemem.

Ama çoğunluğu, seçildikten sonra bambaşka bir hayat yaşıyor.

Çok değişik havalara giriyorlar.

Hiç sevilmeyen bir isim bile, o koltuğa oturunca, bir sürü yağcı ve yalaka sahibi oluyor.

Yaptığı her işin doğru olduğunu sanıyor.

Eleştiriye tahammülleri olmuyor.

Sürekli alkış istiyorlar.

Kimi, “Bir daha seçilemem” düşüncesiyle ömrünün geri kalanını görevdeki beş yılının içine sıkıştırmaya çalışıyor.

Maddi-manevi hayatın tüm zevklerini tatmaya çalışıyor.

Yemediklerini yemeye, binmediklerine binmeye, giymediklerini giymeye çalışıyor.

Kimi, eline-yüzüne bulaştırıyor.

Kimi, aldığı sorumlulukla bambaşka bir boyuta geçiyor.

Bir de kalitesi hiç bozulmayan insanlar var.

Onlar ise, sadece hizmeti düşünüyor.

Keşke bütün belediye başkanları, görev yaptıkları kenti sevse...

Öyle değil mi?