“İşkilli büzük dingilder” atasözünün ne anlama geldiğine farklı kaynaklardan göz atalım...
Yine bir "işkil"lenme söz konusu olmasın!
-Herhangi bir konuda tedirginliği olan ya da yaptığı işe inanmayan kimsenin kendisini belli edeceğini belirtmek üzere kullanılır.
-Gizli bir ayıbı olanlar herhangi bir sözden alınarak kendilerini ele verirler.
-Felsefi kısaltması, korku beyni öldürür. Uzun açılımı ise, ahlaken veya kanunen suç olduğuna inandığınız bir şey yapmışsanız ve bunu saklıyorsanız, bu suçun ortaya çıkacağına dair korkunuz sizi paranoyak haline getirir. Rastgele söylenmiş en ufak bir sözden bile şüphe duyup, korkarsınız. Bu da sizi mantıksız davranışa sürükler.
Şimdi bu satırları neden yazdığımıza geliyorum...
Muhammet Safa Topuz’un, 11 yıldır "TTK Genel Müdür Yardımcısı" olarak görev yapmasına rağmen Zonguldak’ta oturmadığını, misafirhanede kaldığını, perşembe-cuma günü kentten ayrılıp pazartesi günü kente geldiğini, etliye-sütlüye karışmadığını, kimsenin tanımadığını yazdık.
Ve ekledik:
“Kömürü bilmiyor, kurumu bilmiyor, Zonguldak’ı bilmiyor!
11 yıldır Zonguldak’a gelip, gidiyor!
Zonguldak’a, Ankara yönünden girip, çıkıyor!
Oysa bu toprakları bilen, bu topraklarda doğan, bu topraklar için bedel ödeyen, bu toprağın çocukları bu görevlere gelemiyor.
Çünkü bu toprağın insanı 'mükellefiyet' döneminde jandarma zoruyla köyünden toplanmış, madene sokulmuş.
Hiç isyan etmemiş.
Devletin sarı zarfından bile korkmuş.
İsyan edip, eline silah alıp, dağa çıkmamış.
Eline kazmayı alıp, madene inmiş.
Hıncını kömürden çıkartmış.
Zonguldak’a, TTK’ya biraz daha hassasiyetle yaklaşılmalı...”
“Aslında mesele, Muhammet Safa Topuz meselesi de değil!
Muhammet Safa Topuz hakkında iyi bir şey duymadık ama kötü bir şey de duymadık!” da demişiz...
Yazdıklarımızdan rahatsız olan, “İşkilli büzük dingilder” atasözüne yakışan bir davranış sergileyen şahıs, Muhammet Safa Topuz’u mu kolluyor, yazının devamında eleştirdiğimiz siyasetçiye mi yağ çekiyor, anlayamadık!
Bir türlü "Zonguldaklı" olamayan bu şahıslara, biz ne anlatıyoruz?
Nato kafa, nato mermer!
Erdoğan, Erdemir’i Posbıyık’ın elinden aldı!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları’nı "Özel Endüstri Bölgesi" ilan etti. Karar, Resmi Gazete’de yayınlandı.
Şimdi herkes bu olayı tartışıyor!
Ereğli’nin, Ereğli Belediyesi’nin bu işten büyük kaybı olacak!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, neden böyle bir karar verdi?
Bence, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Erdemir’i, Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık’ın elinden aldı.
Halil Posbıyık, eline geçen her fırsatta, Erdemir yönetimini tehdit etti!
Fabrikanın önünü kazdı!
"Festival" dedi, "spor" dedi!
Sürekli bir şey istedi!
Ama Cumhurbaşkanı, Ereğli’den bir cami yeri istedi...
Halil Posbıyık’ın meclisi reddetti!
Cami için “Denizi doldurun, öyle yapın” dedi!
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Halil Posbıyık’ı makamında ağırladı!
“Cami yerini meclisten geçir, kent meydanını da biz yapalım” dedi!
Halil Posbıyık, işi hep yokuşa sürdü!
İnat etti!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir telefon kadar yakın olduğunu söyleyen AK Parti Zonguldak Milletvekili Muammer Avcı, Erdemir’i aradı!
Oysa, Cumhurbaşkanını araması gerekiyordu!
Cumhurbaşkanı bir imza ile Erdemir’i, Halil Posbıyık’tam kurtardı!
Halil Posbıyık, hükümetle "çatışmak" yerine "çalışmayı" seçse, çok başka şeyler olabilirdi!
Cami yerini meclisten geçirmiş olsa, kent meydanı bitmiş, Ereğli bambaşka bir şehir olmuştu.
“Cami yerini veririm ama Erdemir’i 'Özel Endüstri Bölgesi' ilan etmeyin” dese bile yeterdi!
"Haklı"nın değil, "güçlü"nün kazandığı bir dünya burası!
Filler tepişti, çimenler ezildi!
Geçmiş olsun Ereğli...
Kıssadan Hisse: Dilin kadar varsın...
Adamın birinin babadan yadigar antika ipek bir halısı varmış. Satmaya karar vermiş. Ona göstermiş, buna göstermiş ama kimse talip olmamış. Sonunda zengin birini bulmuş ve ona götürmüş.
Zengin, halıya bir bakmış ve sormuş:
"Kaç para?"
Adam cevap vermiş:
"100 altın..."
Zengin, tereddüt etmeden, "Tamam" demiş ve çıkartıp 100 altın vermiş.
Adam sevinmiş. O sırada zengin sormuş:
"Bu halının kaç para ettiğini biliyor musun?"
Adam cevap vermiş:
"Hayır beyim...."
Zengin, devam etmiş:
"En az üç bin altın eder..."
Adam susmuş. Zengin sormuş:
"Niye 100 altına verdin?"
Adam biraz düşünmüş ve cevap vermiş:
"Beyim, bağışlayın ama benim bildiğim en büyük rakam 100..."
Şimdi aklıma Ludwig Wittgenstein geldi:
“Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.”
Dilin anlam zenginliği ve anlam derinliği gelişmedikçe, o dil ile yapılan iş sayısı sınırlı kalacaktır.
Konuşma dili 150-200 kelime-dakika ve okuma dili 200-250 kelime-dakika iken, düşünme dili 1300-1800 kelime-dakika düzeyindedir. Bu yüzden yeterince sözcük, anlam, kavram ve düşünsel bağlantıya sahip olmayan zihin, kısır döngüde çıkmazları yaşayacaktır.
Bu durumda, 200 kelime ile düşünen, iki bin kelime ile düşüneni anlamayacaktır.
Parafı şöyle bitirmek isterim:
“Dilin kadar varsın...” (Alıntı)