Zonguldak

yerin derinliklerinden geldiler

ellerinde susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle

ne kadar diplere bastırılsa

o kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin

ağır ağır geldiler

...

sonra her gün geldiler, artarak geldiler

kadınları, çocukları ve alkışlarıyla

yoğurt mayalar gibi geldiler

pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi

su gibi, ateş gibi

her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına

yeni yollarla tanıştı ayakları

her gün yeni kabuklar çatladı

yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini

bir kent oldular sonunda

ve adını değiştirdiler ülkenin

Kemal Özer

Karaelmas Destanı

- Öyküsel Anlatı -

Bir öğle vakti. Anne mutfakta; baba ve oğul salondalar.

Delikanlı, okuduğu kitaptan başını kaldırdı. Bir tartışma programı izleyen babasına seslendi.

- Baba, biraz konuşalım mı?

Baba, elindeki kumandadan televizyonu kapatıp cevap verdi:

- Ne demek oğlum, elbette. Zaten seninle sohbetlerimizi özledim.

Yarıyıl tatili olmuş; oğlu Ankara'dan, gece geç vakit gelmişti. Yol yorgunudur diye fazla konuşamamışlardı. Az önce pazar kahvaltısından kalkmışlardı. Oğlu, elindeki kitabı bırakıp, babasıyla söyleşiye başladı.

- Okuldaki ve yurttaki arkadaşlardan bazıları, Zonguldaklı olduğumu öğrendiklerinde, 1991 Madenci Yürüyüşü'nü soruyor. Ben o tarihte 10 yaşındaydım. Elbette bir şeyler hatırlıyorum. Ama arkadaşlara doyurucu bilgi aktaramıyorum. Bana biraz o günleri anlatır mısın?

- Bu toplumsal anlamda o kadar önemli ve kapsamlı bir olay ki, nereden başlasam bilemiyorum. İyisi mi sen, sorularınla sohbetimizi yönlendir. Böylece merak ettiklerini de öğrenmiş olursun...

- Peki baba. O zaman, 4 Ocak 1991'de ne oldu?

- Çoğu kişi gibi; 4 Ocak'la işe başlamakla, sen de yanılıyorsun. Asıl önemli olan şu: Zonguldak'ta ve Türkiye'de 4 Ocak 1991 öncesinde toplumsal ve siyasal anlamda görülmemiş bir olay yaşandı. Yürüyüş bu olayın finaliydi, oyunun son perdesiydi bence.

- Nasıl yani?

- Şöyle anlatayım: Grev, 30 Kasım 1990 tarihinde; GMİS Genel Başkanı Şemsi Denizer'in, TTK'nın Gelik bölümünde okuduğu ve aynı anda bütün işyerlerinde de okunan Grev Bildirisi ile başladı. Kent içinde her gün yürüyüş yapıldı. Bu yürüyüşlere her gün daha çok kişi katıldı. Giderek sadece işçiler değil, her kesimden insanlar eklendi. Köylü-kentli emekçi, serbest meslekli, öğretmen, öğrenci, esnaf, kadın, çocuk; kim varsa ve neredeyse tüm Zonguldak yürüdü. Ama 35 günlük sürede kimsenin burnu kanamadı. Bir tek olay çıkmadı. O zamanlarda çok kullanılan bir söz vardı, herkesçe paylaşılan:

"Otuz beş gün, neredeyse her gün eylem yapıldı. Bütün Zonguldak yürüdü. Tek kişinin burnu kanamadı. Bir çöp tenekesi bile devrilmedi. Hiç kavga olmadı. Yani tüm Türkiye'ye ve hatta dünyaya demokrasi dersi verdik."

Bunda ve sonraki yürüyüş sürecinde en önemli katkı, binlerce işçiden oluşan, işyerlerindeki işçi önderlerinin biraz da sendikaya rağmen oluşturdukları işçi komitelerinindi. Düzen ve disiplini onlar sağladılar. İşçi sınıfının mücadele ve disiplininin eşsiz bir örneğiydi bu.

Dediğim gibi; bu yürüyüşe katılanlar, her gün giderek arttı. Öyle ki; bir kentin yüreğinin atışını görebilirdin Karaelmas Diyarı'nda.

Ve...

Ve giderek sığmadı...

Zonguldak, madenciye dar geldi...

Ankara yürüyüşü başladı. Başlamak zorundaydı. Kısaca deşarj, yani enerji boşalımı kaçınılmazdı.

Sendika belli sayıda otobüsle Ankara'ya inmeyi planlarken, iktidar engelledi. Otobüs firmalarını tehdit ettiler.

Şemsi Denizer sendika balkonundan; "Canlarım, otobüsleri engellediler ama bizim ayaklarımız var, yürüyerek gideceğiz" dedi.

Ama yürüyüş için hiçbir hazırlık yoktu. Kışın ortasında, genç-yaşlı, kadın-erkek, onbinlerce kişi; üstte yok, başta yok, yalın yapıldak yola çıktı. İşçi komiteleri, Zonguldak halkı ve Türkiye'nin emekten yana güçleri; gereken lojistik desteği fazlasıyla sağladı.

- Peki baba, grev ve yürüyüş sürecinde neler yaşandı, hatırladığın olaylar neler?

- O kadar çok şey var ki evlat: Zonguldak, adeta slogan fabrikası oldu. Çok sayıda ve hızla sloganlar üretildi: 'Başkan Seninle Ölüme de gideriz, Zonguldak Ovası Demokrasi Yuvası, Bir Kara İki Kara Üç Kara Geliyoruz Ankara, Ölmek Var Dönmek Yok, Ölüm Olsa Sonumuz Ankara'dır Yolumuz, Çankaya'nın Şişmanı İşçilerin Düşmanı, Madenci Feneri Sönmeyecek, Gemileri Yaktık, Geri Dönüş Yok' gibi yüzlerce slogan...

Madenci yola çıkar çıkmaz, Ankara'nın yüreğine korku saldı. Çankaya; anında panzerlerle, polislerle güvenceye alındı. Bu komikti ama egemenlerin korkaklığının da deliliydi.

Öte yandan, Ankara girişinde -polisin tüm engellemelerine karşın- demokrasi ve emek güçleri, ellerinde çiçeklerle madencileri bekledi. Bu da umudun ve madenciye güvenin ifadesiydi.

Zonguldak bütünleşti. Adeta varını-yoğunu madenciye verdi. Mesela dilenciye sadaka verse şaşıracağın bazı zenginler, Mengen yolunda kumanya dağıttı.

Mucizeler de oldu. Mesela on bin nüfuslu Devrek, yüz bin yürüyüşçüyü misafir etti. Barındırdı, doyurdu. Bunu bir aylık hazırlıkla yapamazsın, ama bir gecede oldu.

Bir sabah barikat önünden baskınla alınan 200 yürüyüşçü, Ankara DGM'ye çıkarıldı. Götürülenler arasında GMİS Merkez Şube'den Zeki Kefeli de vardı. Savcı, örgüt bağlantısı kurmak için Devrekli bir işçiye; "Lenin'i tanıyor musun?" diye sorduğunda, işçinin "Valla beyim; ben o adamı tanımıyom, o olsa olsa Yenicelilerin arasındadır" demesi, herhalde dünya mizah tarihine geçer.

Bir gece, barikat önüne gittik. O kadar çok yardım gitmişti ki; battaniye, yiyecek, içecek, sigara gibi şeylere gerek kalmamıştı. Biz de Ulu Cami altındaki Petek Pastanesi'nden iki çuval akide şekeri almıştık. Dağıta dağıta ilerliyoruz. Yürüyüşçüler, öbek öbek ateşler yakmışlardı. Bir grup işçi, ateşin başında;

"Ege denizi kararınca, dağlar uykuya dalar

Yine ıssız ovalarda, isyan ateşi yanar

Varlığımız feda olsun bu uğurda kavgaya

Yemin ettik biz emekçiler sosyalizmi kurmaya"

marşını söylüyorlardı. Hiç unutamam.

İnanmayacaksın ama o anda, havada gerçekten devrim kokusu vardı.

Eski belediyenin, BKM'nin altı, yardım malzemeleri toplama merkezi olmuştu. Herkes bir şeyler getiriyordu. Yiyecek, giyecek, battaniye gibi. Burada gördüğüm iki olayı da unutmam mümkün değildi:

On yedi-on sekiz yaşlarında bir genç geldi. Cebinden bir paket Maltepe sigarası çıkardı. Bir kolinin üzerine bırakıp gitti.

Yaşlı bir amca geldi. Etrafına bakındı. Sırtındaki paltoyu çıkarıp, o soğuk havada ceketiyle gitti.

O anda ağladığımı hatırlıyorum...

- Bu yürüyüşün Zonguldak'a, Türkiye'ye ve Dünya'ya yansıması ve sonuçları ne oldu sence?

- Zonguldak için en önemli kazanç, hiç olmayan kent bilincinin filizlenmesiydi. Ayrıca yarı köylü, yarı işçi olan madencinin, böylesi görkemli bir eylemi gerçekleştirmesi; çoğu kişiyi şaşırttı. Bazıları, sebep olarak, sadece ücret artışı talebini öne sürse de, madencinin açlığa, soğuğa rağmen, üstelik yaya olarak Özal'ı ve ANAP'ı devirmek için Ankara yoluna düşmesi; parasal değil, siyasal bir tavırdı. Kararlı, yürekli bir çıkıştı. Türkiye açısından ise egemenlere korku, emek güçlerine özgüven vermesiydi. Buna şu örneği vermem bile yeterli: Malatya Tekel İşçisi Zeynep Karahan, "Bahar Bizden Yana-Bir İşçinin Yaşamı" isimli kitabının 44. sayfasında şöyle diyor:

"... 1989 Bahar Eylemlilikleri ve Zonguldak işçilerinin Anara yürüyüşü, işçileri sendikal mücadelede istekli olmaya zorladı."

Dünyada da olumlu yansımalar oldu. Adeta dünyanın gözü Zonguldak'a çevrildi. Emekçilerin uluslararası dayanışması adına çok şey yapıldı. Maddi ve manevi anlamda destek sağlandı.

Bizim yurt dışında yaşayan işçi vatandaşlarımız da çok heyecanlandı. Yardım yağdırdılar. Örneğin İsviçre'de çalışan halan, kendi başına akraba ve komşulardan 24 bin Frank toplayıp gönderdi.

- Peki baba; Mengen'den geri dönüş bir anlamda yenilgi değil mi? Bu yenilgiye ne diyeceksin?

- Doğru; yenilgi gibi görünebilir ama biraz da baktığın yere bağlı.

- Nasıl yani?

- Tarihe bakarsan; bizimkine benzeyen, ama çok daha büyük acılara, kayıplara yol açmış yenilgiler var. Ama bugün bile unutulmadılar. Bana göre insanlık var oldukça da unutulmayacaklar.

- Ne gibi?

- Roma İmparatorluğu'na karşı isyan eden Spartaküs gibi. Osmanlıya başkaldıran Şeyh Bedreddin ve yoldaşları gibi. Onlar da yenildiler gibi görünüyor. Ama insanlık onurunun, hak aramanın, özgürlüğün, eşitliğin ve adil paylaşma talebinin bayrağı olarak hep dalgalanacaklar. Sence onlar ve biz yenildik mi?

İnsanın iyi ve güzel günler için mücadelesinde yenilgi değil, bir zaferdir bu!

- Ama neticede Mengen'den geri dönülmedi mi? Bu yürüyüşün sonu konusunda ne diyeceğim arkadaşlarıma?

- Koşullar, geri dönüşü zorunlu kılmış olabilir. Ama inan ki sadece işçi sınıfı tarihinde değil, toplumsal mücadele tarihinde de bir başyapıt olarak yerini alacaktı bu destan.

Tarih, bu konuda bir şey daha kaydedecek sayfalarına: Bu destanın altında sadece madencinin değil, Karaelmas Diyarı insanlarının ve Türkiye'nin emekten yana halkının da imzası var.

Bu konuda sana ancak Nazım Hikmet'in Şeyh Bedrettin Destanı'ndan bir bölüm okuyabilirim, aklımda kaldığınca. O zaman konu biraz daha anlaşılır sanırım:

"Yenildiler.

Yenenler, yenilenlerin

dikişsiz ak gömleğine sildiler

kılıçlarının kanını.

Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi

hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak

Edirne sarayında damızlanmış atların

eşildi nallarıyla.

'Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların

zaruri neticesi bu!'

Deme, bilirim!

O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.

Ama bu yürek

o, bu dilden anlamaz pek.

O, 'hey gidi kambur felek,

hey gidi kahpe devran'

der."

- Ne demek istediğini anladım baba, sağ ol.

- Sen de sağ ol. Şimdi son bir şey daha: Bu destanı sakın unutma ve unutturma. Karaelmas Diyarı'nın bir ferdi olarak, bunu görevin olarak bil.

- Tamam, babacığım, sana söz... Unutmayacağım, unutturmayacağım...

Ocak 2012 - Zonguldak (YANSI öykü kitabımdan)