ANILARDA KALANLAR...
DELİ ŞÜKRÜ, DELİ NURİ...
Onlara halk diliyle "Deli" dense de, kimin deli kimin akıllı olduğu tartışılabilir. Onlar son derece duygusal, dürüst ve içindekini saklamayan çok özel insanlardır. Onların isimleri "Deli", soyadları isimleridir. Gerçek soyadları ile bilinmezler.
Onların ne yaşadıklarını iç dünyalarında esen fırtınaların dışa yansıma şekillerinin nedenini hissetmeyenler bilemezler...
Ben çocukluğumdan, Şükrü ve Nuri'yi hatırlıyorum...
Diğerleri gibi iki özel insan, kentin sosyal hafızaları...
Deli Şükrü kültürlü adamdı, Çatalağzı'nda oturur, her yeri dolaşırdı, gazetesiz gezmezdi. Lise mezunu akıl delisiydi. Kültürlüydü ama hayat şartları ve alkol sokaklara savurdu. Kordon boyunda oturur gazete, kitap okurdu, yerde bulduğu gazeteleri toplar en ufak haberine kadar okur, bulmacalarını çözerdi. Şükrü'nün üzerinden tren geçmesi sonucu yaşama veda ettiği biliniyor.
Deli Nuri, dağınık ve asosyal biriydi. Çarşıda dolaşır, her gün İstanbul pastanesindeki köşesinde oturur. Kendisine yapılan ikramları alırdı...
Savurduğu taşı hedefe kitleyen Mareşal, Okul ve stad önünde sakız satan Deli Fikri, Saate bakmadan söyleyen Deli Hacı, Güllü Dayı, ikinci Makastan Şarapçı Cemil Dayı, Çaydamar'da Ramazan, Çatalağzı'ndan Deli Hamide ve Deli Yaşar, Deli Bayram ve Hasan, Dünya Başkanı Deli Şerafettin, onlar bu sokağın çocukları, kentin sosyal hafızaları...
Eski Zonguldak her yönüyle olduğu gibi delileriyle bile bambaşka güzeldi.
Bu özel insanlar kendi alemlerinde bizlere göre perişandılar ama etrafa mutluluk dağıttılar ne devlete ne de millete zarar verdiler. Kente ihanet etmediler.
NURİ BEY VE İSTANBUL PASTANESİ...
Pastane, 1954 yılında kurucusu Aziz Alpak'ın Gazipaşa caddesinde hizmete açmasıyla başladı.
Gazipaşa caddesine bakan ön cephesi pasta ve dere tarafına bakan arka tarafı bahçeli olarak yıllarca hizmet verdi.
Zonguldak halkıyla ilişkileri hep güzel olmuş bir işyeri olarak hatırlanır. Orada her Zonguldaklının bir anısı vardır.
Yine yaşanmış bir anı vardır ki bugün hala hatırlardadır.
Zonguldak caddelerinde herkesin tanıdığı, takıldığı bazı insanlar, bugün olduğu gibi geçmişte de vardı...
"Deli Nuri" eski Zonguldak'ta yaşamış içimizden biri olan özel insanlardan biridir. Nerden gelmiş, nereye gideceği bilinmeyen, sokaklarda yaşayan, ne ikram edilse kabul eden, kanaatkar, duygusal ve bir o kadar da gururlu sokak insanıdır. Kendisine yapılan iyiliği unutmayan karşılığını mütevaziliği ve sadakat ile ödeyen bir kişiliktir.
Deli Nuri her gün kirli eli yüzü ve elbisesiyle pastaneye gelir, kendisine ait köşesine oturur. İkram edilirse yer, edilmezse sessiz-sessiz çeker gider. Bu duruma pastane personeli gibi müşterilerde alışmış ve kanıksamıştır. Çünkü Deli Nuri, Aziz Alpak'ın özel müşterisidir.
İnsanların elinin yüzünün kirli olmasının öneminden çok kalbinin temizliğine önem veren bir işyeri sahibidir.
-Günlerden bir gün Deli Nuri pastaneye gelir ve yerine oturur.
-Kurulup ikram bekler.
-Müşterilerden biri rahatsız olur.
-"Kaldırın şu adamı" deyip garsona şikayet eder.
-Garson, Aziz Alpak'a gider ve "efendim, bir beyefendi Deli Nuri'yi şikayet ediyor" der.
-"Nuri Bey'i mi şikayet ediyor dedin" der ve "rahatsız olan kalksın, Nuri Bey'nin kimseye zararı olmaz" der.
Bir de adına tekerleme dizer...
İskeleden Yağcılara kadar
Sağınızda park
Solunuzda isli yapılar
Nuri Beyden bu yana İstanbul Pastanesi var.
Bu küçücük anı da hatıralardaki yerini alır.
KEMAL KÖKSAL...
Türkiye'de bulunan 25 stadyumunun ismi Atatürk Stadyumu. 34 stadyum adını il, ilçe ya da şehirlerinin isimlerinden almış. 21 stadyum da isim konusunda kendine önemli bir tarih seçmiş. 37 stadyum ise ismini belirlemek için kulüplerde iz bırakan ya da o dönemde kulübe katkı sağlayan önemli şahsiyetlere başvurmuş.
Stat isimleri Efsaneleri yaşatır...
Türkiye'de isim bulma konusunda yaşanan ciddi sıkıntıları biliyorsunuz. Bence Stadyumlara en çok yakışan isimler kulüpte ya da o şehirde iz bırakmış önemli sporcuların stadyumlara adının verilmesi. Bunu Trabzonspor'un ilk Beden Eğitimi öğretmeni olan Hüseyin Avni Aker ve Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Yen örneğinde görüyoruz. Bu iki stadyum ve şahsiyet en bilinenleri. Fakat bu bilinenlerin aksine Türkiye'nin ücra köşelerinde kalmış bir sürü hikayesi olan stadyum var. Bunlardan biri de Karaelmas Kemal Köksal Stadı.
Peki kim bu Kemal Köksal dediğinizi duyar gibiyim. Gelin hem bu stadın hem de Kemal Köksal'ın hikayesine göz atalım.
Türkiye rekortmeni 60.04 derecesiyle Kemal Köksal...
1923 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Kemal Köksal, Türkiye'ye adını 1943 yılında Yunanistan'ın başkenti Atina'da düzenlenen Balkan Oyunlarında ciridi 60.04 metre uzaklığa atarak cirit sporunda 60 metreyi geçen ilk Türk atlet unvanını kazandıktan sonra duyurdu. Sporcu 60.04 derecesiyle bu şampiyonayı beşinci sırada tamamladı ve aynı zamanda Türkiye rekorunu kırmayı başardı. Ciritte yakaladığı başarıyla Türkiye'yi sallayan Kemal Köksal'ın cirit sporuyla tanışmasının hikayesi ise oldukça ilginç. Çocukluk döneminde spor ile iç içe yaşayan genç adam Gençlerbirliği takımında futbol, Ankaragücü takımında da güreş sporuyla ilgileniyordu. 1936 yılında Ankara'da antrenman yapan ciritçi çocukları seyrederken, önüne düşen ciridi alıp aynı şekilde gerisin geri iade etmesiyle farkında olmadan bu spora ilk adımını atmış oldu. Antrenman yapan ciritçilerin antrenörü aynı şekilde geri gelen ciridi kimin attığını merak edince ciridi atan Kemal Köksal'la tanışır. Ciridi öğrencilerinden daha iyi atan Kemal Köksal o dakikadan sonra artık onun da öğrencisi olur. Cirit sporuna adım attıktan altı ay sonra Mili takıma seçilen Kemal Köksal 20'li yaşlarda Atina'daki Balkan Oyunlarında yaptığı 60.04'lük derece ile Türkiye'yi ayağa kaldırır.
Zonguldak'ta yapmadığı iş kalmadı...
Yaptığı bu dereceden sonra cirit sporuna altı yıl daha devam eden Kemal Köksal, 1949 yılında spor yaşamını bir kenara bırakıp Zonguldak Atletizm İl Temsilciliği ve antrenörlük görevini üstlendi. Kemal Köksal'ın Zonguldak'a gelmesiyle şehir de atletizmle tanışmış oldu. Şimdi kendi adına taşıyan Şehir Stadyumundaki küçük odasında kurduğu "Stat Atletik" isimli atletizm kulübü aynı zamanda şehrin ilk atletizm kulübü olarak tarihteki yerini aldı. Bu küçük şehirdeki kocaman kalpli adamın güler yüzle, sevgiyle ve emekle yetiştirdiği sporcular Kemal Köksal zamanında başarıdan başarıya koştu. Antrenörlüğü süresince 51 sporcuyu milli formaya ulaştıran, bunlardan 33 tanesinin Türkiye derecesi yapmasını sağlayan Köksal'ın eski öğrencileri arasında Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Terzi ve eski Spor Toto Teşkilat Müdürü Erdenay Oflas'ta bulunuyor. Antrenörlükteki bu başarısı Kemal Köksal'ı Milli Takım Baş Antrenörlüğüne kadar yükseltecekti. Daha sonra Kemal Köksal bir basamak daha çıkarak 1969 yılından itibaren Zonguldak Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü görevini üstlendi. Hayata gözlerini yumduğunda ise takvim yaprakları 25 Eylül1984'ü gösteriyordu.
Zonguldak şehrine, halkına ve sporuna büyük hizmet veren Kemal Köksal'ın bu hizmetleri halk tarafından unutulmadı ve her sene Kemal Köksal adına Zonguldak Atletizm İl Temsilciliği tarafından ilköğretim ve lise öğrencilerinin katıldığı atletizm müsabakaları düzenlendi. Fakat 2004 yılında Zonguldak şehri efsaneye bir jest daha yaptı. Kemal Köksal'ın şehre kattıkları bir kez daha taçlandırıldı. 2004 yılında Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan'ın katkılarıyla Zonguldak Kömürspor'un karşılaşmalarını oynadığı Zonguldak Şehir Stadyumunun ismini Karaelmas Kemal Köksal Stadı olarak değiştirdi. Halk en azından bu efsane isme borcunu bu şekilde hafifletmeye çalıştı.
1943 senesinde Yunanistan da Türkiye'nin ciritte 60.04 ile rekortmen atleti unvanını alan.1949-1984 yılları arasında kesintisiz 35 yıl Zonguldak Atletizm İl Temsilciliği ve antrenörlük yapan. Bunlara birde 1969 senesinde Zonguldak Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünü ekleyen Kemal Köksal Zonguldak şehrine spor kimliğini yükleyen adam olarak tarihe geçti.
Bu emekler bir kişiye ulaşsa yeter...
Kemal Köksal Zonguldak'ta 30 yılda koca bir çınar haline geldi. Bu çınar şehirde her dallanıp budaklandığında Zonguldak'ta spor yapmak isteyen gençler onun gölgesinde toplandı. Şehre atletizm'i sevdiren adam oldu. Bir çok genç sporcu yetiştirdi. Şehrin topraklarına saldığı bu kökler belki ileride yine Zonguldaklı fidanlara atletizm sporunu aşılamak için uğraşıp didinecek.
Kaynak: Murat Şeker
CİRİTCİ İZZET...
1942 doğumlu milli atletimiz İzzet Edebali. Arnavut İzzet lakabı ile de tanınır. Caddelerin "Ciritci İzzet'idir."
Çocukluğunda mahallede kestiği dalları bıçakla düzeltip cirit atarak başlamış bir spor yaşantısı var. Zonguldak'ın yetiştirdiği milli atletlerden birisidir. Zonguldak şehir stadyumuna ismi verilmiş eski atlet, spor adamı ve beden terbiyesinin emektarı Kemal Köksal döneminde yetişen bir atletizm sporcusuydu İzzet Edebali. İyi bir cirit atma sporcusuydu. Türkiye milli formasını yurtiçi ve yurt dışında başarıyla temsil etti.
En iyi derecesi 66 metre 70 santim olup, 1965 yılında Zonguldak'ta elde etmiştir
28-30 Eylül 1962 tarihinde Ankara'da düzenlenen 21.Balkan oyunlarında 15-18 Eylül 1966 tarihinde Yugoslavya'nın Sarajevo şehrinde düzenlenen 25. Balkan oyunlarında 29-30 Eylül 1967 tarihinde İstanbul Mithatpaşa'da düzenlenen 26.Balkan oyunlarında Milli takımımızı temsil etmiştir.
1964 yılında 60.66 m.
1965 yılında 62.12.m
1966 yılında 60.98.m
1967 yılında 60.29.m
1968 yılında 55.36.m ile üst üste beş yıl cirit atmada Ferdi Türkiye Şampiyonu olmuştur.
Uzun boyu ve saygılı kişiliğiyle her zaman dikkat çeken bir karakter olmuştur.
Omuzundaki sakatlıktan dolayı faal sporculuk yaşamından kopmak zorunda kalmıştır...
Başarıdan başarıya koşan Ülkesine, şehrine ödüller kazandıran bir sporcunun müsabakalardan kopmasının verdiği üzüntü ve küskünlük ömrünün kalan bölümünde travma yaratmış, ekonomik ve psikolojik zorluklar yaşayan efsane sporcunun 1997 yılında yaşadığı kaza sonucu sessiz sedasız aramızdan ayrılmasına sebep olmuştur.
Ciritci İzzet 60 kuşağının anılarında özel bir yerİ olan ve kent değerleri arasında kalplerde yaşatılan bir spor adamıdır.
Kaynak: Kudret Özdemir
CAZCI ERTAN GÜNEY...
Ertan Güney, namı değer 'Cazcı Ertan' Zonguldak müzik tarihi onsuz yazılamaz...
Dürüstlüğü, terbiyesi, nezaketi, tutumluluğu ve beyefendi kişiliği yanında sahnedeki performansı, sesinin güzelliği, zengin repertuarı ve kendinden emin orkestra şefliği nasıl unutulur...
Kendisine "Tatar" denildiği de olurdu. Müziğe Zonguldak Belediye Bandosu'nda başladı, önceleri Sürmen'de, daha sonra uzun yıllar Deniz Kulübü'nde müzik yaptı. 2010 yılında güzel anılar bırakarak aramızdan ayrıldı.
Arkasından öyle güzel hatıralar bıraktı ki bazıları kaleme alındı.
Çocuk günlerimin en büyülü yerlerinden biri Devran Parkı'ydı. Hemen yanında mini golf sahasının da olduğu Devran Parkı'nda, akşamları, canlı müzik yapılırdı. Müzik şimdiki gibi bir elektronik aletin bin türlü marifetinden ibaret yanılsama değil baterisi, saksafonu, gitarları, orgu ve diğer aletleriyle icra edilen, ruhu olan bir şeydi. Nezahat Barkan, Ahmet Naci Püren, Yılmaz Süer her zaman dolu olan bahçede yalnızca kulağa değil, gönle de hitap eden şarkılar söylerdi. Aynı zamanda trafik polisi de olan Tufan Hikmet Daye'nin "Saçı meçli yarim" adlı eserini 45'liğe okuyarak olay yaratan Yılmaz Süer hiç tartışma yok ki, Ertan Güney'le birlikte Zonguldak'ın o yıllardaki starıydı...
"Cazcı Ertan" namıyla maruf Ertan Güney biraz daha elit müzik yapıyordu sanki. Eee, ne de olsa Zonguldak sosyetesinin mesken tuttuğu Deniz Kulübü'nün orkestra şefiydi... Birisi söylese inanmazdım kesinlikle, düğünlerde, okul balolarında hayranlıkla dinlediğim o sesler iş arkadaşım oldu daha sonra. "Meslek büyüklerim, iş ahlakını öğrendiğim ustalarım" desem daha doğru bir cümle kurmuş olurum herhalde... EKİ'nin Çırak Kursunu bitirip Ulaştırma Müdürlüğüne bağlı Karayol Motor Atölyesinin kapısından içeri adım attığımda 17 yaşına henüz girmiş bir delikanlıydım daha... Rahmetli Esat Zaman'ın gencecik bir atölye mühendisi olduğu 1982 yılında, Atölye Şefi Necati Usta idi. İki de yardımcısı vardı: Yılmaz Süer, Ertan Güney... Necati Usta kısa bir zaman sonra emekli oldu. EKİ'ye ait 600'den fazla aracın her türlü bakım ve onarımın yapıldığı atölyenin yeni şefi Ertan Güney'di. Bense "oto elektrikçi" olarak işbaşı yaptığım atölyenin genç akücüsüydüm...
Ahmet Öztürk - Halkın Sesi Gazetesi
Ertan Usta için "Zonguldak'ın Jack London'u" Ahmet Öztürk beyin, Halkın Sesi gazetesinde yazmış olduğu süper makalenin üzerine, ne yazsam yavan kalır.
Zonguldak semalarından geçen kuş sürülerinin cıvıltıları gibi, bu boş kubbede şakıyıp giden Ertan Güney'i tanıyanlar, daima usta müzisyenliğini ve terbiyesini hatırlar.
Hangi meziyetini anlatsam ki?...
İş terbiyesi, dillere destan tutumluluğu... İfrata varan sağlamcılığı (evinin ahşap çatısının sağlamlığı ancak Nuh'un Gemisi'nde bulunur). Zonguldak havzasının hafif akım üzerine en üstün elektrik ustasıydı.
Bu yazdıklarımdan bazı kesitler vermeye çalışacağım:
Aslen Çaycumalıydı. Onlara "Tatarlar" derlermiş. Eşimin ilkokul sınıf arkadaşı olduğundan, bana "enişte" derdi. Ailesiyle Zonguldak'a göçünce önce YSE'de, sonra da EKİ Motor Atölyesi'nde çalıştı, şef oldu.
İlk müzisyenlik görevi, Zonguldak Belediye Bandosu'nda oldu. Daha sonra orkestrasını kurdu.
Önceleri Sürmen'de, daha sonra uzun yıllar Deniz Kulübü'nde çalıştı.
"Ertan Güney ve Orkestrası" adı altında, zamanın meşhur müzisyenleri; piyanoda Levent Ağralı, bateride "Kel" Bedri Akkaya ve İsa, gitarda İhsan Sözen ve Necati Aydın, basgitarda Ayhan Kaba, ritm gitarda Parla Aksu( babası valiydi), karakasda Erdoğan, saksofonda Ertan Güney ve Emin Aydın, trompette Süreyya Karakaş, ve de çok kısa bir süre için, şehrimiz tüccarından Yüksel Ünsal akordeonda sanat icra ederlerdi. Ertan Güney, okullu değil, alaylıydı. Ama nefesli ve telli müzik enstrümanlarının hepsini çalabilirdi.
Kardeşim Erdal Şeker'i ve Yüksel Pehlivan'ı nasılsa, bir gün Deniz Kulübü'nde öğle yemeğine davet etmiş. O hınzır ikili de, bütün çete arkadaşlarına haber vermişler. Yemek devam ederken tek tek, tesadüfmüş gibi gelip, masalarına çöreklenmişler. Ertan'a gaz olsun diye, "bravo abi, aslan abi" demelerine rağmen Ertan, Erdal'ın, Yüksel'in ve kendisinin yiyip içtiklerinin listesini çıkartmış, sadece onları ödemiş. Diğerleri de, nasılsa hesap Ertan'dan diye, bol bol yiyip içmişler ve sonunda yüklüce hesabı kendileri ödemişler.
Ertan Güney'in, stad üstündeki evini yaparken, bizim mağazadan devamlı aldığı malzemeler için biz not almazdık. Ertan, musluk contasına kadar aldığı malzemeleri kaydeder, milimi milimine, eline para geçtikçe öderdi. Nice sonraları 10 adet musluk contasının parasını vermediğini hatırlamış, hemen ödemişti. Evinin ustalık işlerini- döşeme, çatı, elektrik ve su tesisatı- kendisi yaptı.
Eminim, ahirette de rahat durmaz, meleklerin araç- gereçlerini tamir eder; icabında şarkılar söyler.
En çok sevdiği şarkı, "Ömrümüzün son demi, son baharıdır artık.."dı. Bir de "Samanyolu- Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek.."
Heyy, Ertan Usta, seni tanıyanlar için, bir şarkısın sen, hatıralarımızda ömür boyu sürecek...
Artık senin için, bize ancak, bir Fatiha- üç İhlas okumak, bir acı tebessümle seni hatırlamak kalıyor...
Hüseyin Şeker - Pusula Gazetesi
KASAPOĞLU SPOR VE MÜZİK MALZEMELERİ...
Zonguldak'ın akın akın göç aldığı yıllarda Bartın'da doğan amca çocukları Dündar (1931) ve Ahmet Kasapoğlu (1927), 1940 'lı yıllarda yeni iş umutlarıyla Zonguldak'a gelirler.
Ahmet Kasapoğlu Zonguldak'a geldiği yıllarda EKİ'nin torna tesviye atölyesinde çalışmaya başlar.EKİ'de gece mesaisinde çalışırken 1940'lı yılların sonunda kardeşi Rıfkı Kasapoğlu ile birlikte Yeniçarşı'da bir kundura imalatı ve satışı yapan dükkanı işletirler. Bu dükkan günümüze kadar devam eder.
Dündar Kasapoğlu ise 1944 yılında Soğuksu'da bulunan Sanat Okulu'na yazılır. Sanat okulundan mezun olduktan sonra İstanbul'da yedek subay olarak askerliğini yapan Dündar Kasapoğlu, Zonguldak'a döndüğünde Fevkani (İnönü) Köprüsünün inşaatında Alman mühendislerin nezaretinde çalışır.
1958 yılında Gazi Paşa caddesinde ilk mağazasını açan Dündar Kasapoğlu spor ayakkabı ve eşofman satışına başlar. O dönemde Zonguldak'ta spor ve müziğe yüksek seviyede ilgi vardır. Bunun farkına varan Dündar Kasapoğlu Zonguldak'ta ilk eşofmanı satanın kendisi olduğunu söylemektedir. Aynı zamanda Kömürspor'un malzemelerini de birçok kez tedarik eder. Müzik konusunda da hareketli günler yaşayan Zonguldak'ta bağlama da satarak müzik enstrümanları sektörüne de girmiş olur.
Daha sonraki yıllarda Dündar Kasapoğlu da amcasının oğlu Ahmet Kasapoğlu'nun yanındaki dükkanda spor ve müzik aletleri satmaya başlar. Zonguldak'taki bütün okulların eşofmanları burada satılır. Zonguldakspor taraftarlarının maç öncesinde bayrak, forma, atkı almak için ilk aklına gelen yerdir. Kasapoğlu Spor ve Müzik mağazası artık Zonguldak'ın profesyonel müzisyenlerinin, müziğe ilgi duyanların uğrak yeridir. Sadece bir ticarethane değil Zonguldak'ın geçmişte sosyal yönden ne kadar zengin olduğunun da bir resmidir adeta. Deniz Kulübünde, Türk Sanat Müziği Cemiyetinde, düğünlerde sahne alan müzisyenler burada buluşur. Mağazaya yeni gelen enstrümanlar bu müzisyenler tarafından burada denenirdi. Bu esnada bütün Yeni Çarşı düğün yerine dönerdi. Dükkanın önünde bir kalabalık oluşur. İnsanlar kısa bir süre de olsa burada kulaklarının pasını silerdi. Ayrıca buraya gelen müzisyenler iş organizasyonlarını da burada yapardı. Örneğin bir udi yeni gelen bir udu denerken, keman teli almaya gelen bir kemani ile tanışır, birbirlerine birlikte çalışma teklifinde bulunurlardı. Uzun saçlı, küpeli bir gitarist, burada kanun çalan birine denk gelir ve sonrasında düet yaparlardı. Bu mağazanın önünden geçen çocuklar bu müzisyenleri hayranlıkla seyrederdi. Zonguldak'ta yetişen birçok müzisyen burada izledikleri müzisyenlere heveslenerek başlamıştır müzik serüvenine. Bu mağazada bağlamasından gitarına, kanunundan klarnetine, davulundan köçek ziline kadar neredeyse her şeyi bulmak mümkündü. Doğuştan müziğe yetenekli Roman hemşehrilerimiz hünerlerini burada sergilerdi. Bu ustaların sohbetleri de Zonguldak'ta birlikte yaşamanın ve hoşgörünün örneğiydi. Akşamları Deniz Kulübünde, Sürmende sahne alan müzisyenler o gecenin değerlendirmesini burada yaparlar, "abi akşam hep mi'den çaldınız. Sesim çok pes kaldı, detone oldum. Bu akşam en iyisi la minörden çalalım" gibi derin musiki tartışmalarına girerlerdi. Bağlama yapım ustaları da burada buluşur. İmalatını yaptıkları bağlamaları buradan satarlardı.
O neşeli günlerin hatırları olan Yeni Çarşı şimdi ise sessiz. Tıpkı Zonguldak'ın yitip giden heyecanları gibi.Koyu bir karanlığa gömülmüş, soğuk, harap ve yalnız.... Yitip giden günlerin yalnızlığı ve acısı içindeler. Sanki içlerinde hiç yaşanmamış, o şarkılar hiç çalınmamış gibi.
Kaynak: Cihangir Kasapoğlu
Yardımcı kaynaklar...
Zonguldak Nostalji
(zonguldaknostalji.com)