Bu "Cumhuriyet" sayesinde; mevki, makam, sıfat, para sahibi olanların "Cumhuriyet"e burun kıvırmalarını hazmedemiyorum.
Ama kendini bu "Cumhuriyet"in sahibi gibi davranıp, bir toplumun geri kalanını hor görmelerini de hazmedemiyorum.
Aşağılamadan, hor görmeden, itişip-kakışmadan yaşamak mümkün...
Ama Zonguldak’ta Fevkani Köprü yıkımında bile "aydın" ve "zengin" görünen kesimin, toplumun geri kalanına hakaret ettiğine tanık olduk.
Sayıca az olmalarına rağmen, toplumu sindiren-bastıran ve bunun adına da "demokrasi" diyenler, büyük bir direnişle karşılaşıyorlar!
Daha alçak sesle, hakaret etmeden, itip-kakmadan konuşsalar, belki daha iyi anlaşılacaklar.
Her halükarda iyi ki "Cumhuriyet" var, iyi ki "demokrasi" var.
100'üncü yılında hala "Cumhuriyet"i özümseyemeyenler var.
Allah’tan ters bir durum olmuyor.
"Cumhuriyet"i arar hale gelmiyoruz.
Biz, toplum olarak elimizdekinin kıymetini bilmiyoruz.
Allah, bize "Cumhuriyet"i aratmasın.
"Cumhuriyet"i yeniden ilan edecek bir lider aratmasın.
Ne mutlu Türküm diyene...
Yaşasın "Cumhuriyet"...
Yaşasın Gazi Mustafa Kemal Atatürk...

'Hayırlı kardeşim var' deme, miras bölünmeyince!

Bugün, sizinle bir kıssadan hisse paylaşmak istiyorum...
Zonguldak gündemi üzerine...
Herkes payına düşeni alsın bakalım...
Bir kadın, eşinin her gece eve geç gelmesinden şüphelenerek, eşine neden her gün geç geldiğini sorduğunda; işleri olduğunu, son zamanlarda biraz daha arttığını ve bu yüzden eve geç geldiği cevabını alıyordu..
Kadın ise, eşinin verdiği bu cevaba tam inanmayarak, eşinin neden geç geldiğini öğrenmeye karar verdi. 
Ertesi gün işyerinin karşısında bir taksi ile bekleyen kadın, eşinin çıktığını görür ve gittiği yeri takibe başlar.
Şehrin kıyı mahallelerinden birine kadar giden eşini takip eden kadın, bir gecekonduya girdiğini görür.
Aldatıldığına kesin kanaat getirir. 
Eve geldiğinde, kocasına neden geç kaldığını yine sorar. Kocası, işlerinin uzadığını, bu yüzden geciktiğini söyler.
Kadın, kocasının kendini aldattığına iyice kanaat getirir ve kafasındaki hain planı uygulamaya koyar.
Kocasının işyeri güvenliği için aldığı silahını yanına alır ve kocasını ertesi gün yine takip ederek, eve baskın yapıp bunun hesabını sormak ister.
Yine ertesi gün aynı şeyi tekrarlar.
Kocası eve girdiğinde, kadın koşarak çıkar ve kapıyı kırarcasına çalar...
Kocası kapıyı açar ve karşısında karısını görünce önce afallar...
Kadın içeri girmek ister ama kocası girmesine müsaade etmez. Kadın, silahı çantasından çıkarır ve kocasına doğrultur...
Kadın içeri girer. Gördüğü manzara karşısında adeta dona kalır!
Evde kalan yaşlı ve bakıma muhtaç kayınvalidesidir...
Silahı indirir, yüzü yere düşer ve ne diyeceğini bilemez. İlk sözü şu olur:
“Bende sanmıştım ki...”
Biraz sessizlikten sonra, "Hani huzurevine bırakmıştın" der.
Adam, "Annemi huzurevine bıraktım ama aynı gün dayanamadım, oradan aldım ve arkadaşımın kullanmadığı bu gecekonduya getirdim. Evin ihtiyaçlarını giderdim. Her gün sabah gelir, annemin ihtiyaçlarını görür, akşam iş çıkışı tekrar uğrar, ihtiyaçlarını gideririm. Sen, annemi evde istemedin, abimler anneme bakmak istemedi. Ama vicdanım elvermedi. Ben, huzurlu ve rahat bir yaşam sürerken, annemi orada bırakamazdım."
Velhasıl-ı kelam...
“Tarlada buğdayım var" deme, ambara girmeyince...
"Hayırlı evladım var" deme, el koynuna girmeyince...
"Vefalı karım var" deme, kötü gün görmeyince... "Hayırlı kardeşim var" deme, miras bölünmeyince… Diye boşuna dememiş atalarımız...  
Annesinin sütünü helal ermediği, yetim malı yiyen haramzadelere gelsin…