Her bayram böyle oldu.


Durduk düş yarısında.


Ürkek ayaklarımızı kovaladık.


Boğazımıza çekilirken kanlı bıçak ağrısı,


Dost yanaklarında bayramın tadını aradık.


Kimini bulduk, kimini bulamadık.


Ama hepsini özledik.


Uzaktan uzağa sevdik.


Biriktirip biriktirip yüreğimizde her bayramda taştık.




Sevgili "Şeker Dede";


Yalnız kavuşanların değil, ayrı düşenlerin de bayramıydı böyle günler.


Kalabalıklar içinde yalnız kalanların da bayramıydı.


Sevincin olduğu kadar, hüznün de bayramıydı.


Yalnız mutluluktan uçanların değil, hasretle, özlemle tutuşanların da bayramıydı.


Bir bayram geldi.


Yine öyle oldu.


Yarın elini öpmeye gelecektik.


Tutuşturup gittin yüreğimizi.


Yaktın alev alev...


Derin düşüncelere ittin bizi.



Hep yaşadık...


Hiç alışamadık böyle ayrılıklara...


Yokluklara...


Vedalara...


Ama yaşarken de yaşayamadık doyasıya...


Bazen anlayamadık...


Bazen yetemedik...




Her hüzünlü bir bitiş, temkinli bir başlangıçtır.


Ki ayrılıktan önce yaşanmış güzel anılar, yaşanacak ömrün en büyük tesellisi bizim için.


Namık Aşcı, "Üstad"dı senin için.


Harun Ersoy, "Şehr-i Muharir"di.


Sonra, "TOKİ Kaymakamlığı"na terfi etti.


Ali Rıza Tığ, "Hırçın"dı senin için.


Atilla Öksüz ise, "Aşık"...



Hiçbir cümleyle tarif edemiyorum gidişini.


Nerede başlayıp nerede bitireceğimi bilemiyorum kelimeleri.


Nerede susup nerede konuşacağımızı bilemiyorum.


Düşünürken bile yoruyor "kara haber"...


Tıkanıyorum.



Paylaştığımız günleri hatırlıyorum.


Daha düne kadar önemi bugünkü kadar anlaşılamayan o değerli günleri.


Değerli anları.


Ki onlar, bugün hiç olmadığı kadar önemli.


Ki onlar, sana hala tebessümle baktıracak olanlar.


Ki onlar, seni bizlere her gün hatırlatacak, her bayram ağlatacak, hüzünlendirecek, sevdirecek olanlar.




Köşe yazılarındaki atışmalarımızı...


Hiciv kokan göndermelerini...


Yazılarını gönderdiğin zarfların üzerine düştüğün notları...


Yanında gönderdiğin elmaları...


Armutları...


Üzümleri...


Girdiğimiz iddiada kaybettiğin ve beş lira posta havale parası vererek gönderdiğin beş lirayı...


Yaşamın kadar lezzetli olamayan "Şeker"leri...




Geçen de fenalaşmıştın böyle.


Gecenin birinde esprilerle çıkarmıştık tansiyonunu.


Sonra yazmıştın yeniden.


Bu defa geç kaldığım için çok üzgünüm.


Henüz bir hafta önce attığın ince fırçayı konuşamadık daha.


Bir "keşke" daha ekleyerek gittin ömrümüze.


Ki acı bir kolye gibi takılmak üzere.



Jesika ile tanıştığın akşamı unutamayız.


Yine bir bayramdı.


İki yıl geçti üzerinden.


Şaşırmıştın, karşında bizi gördüğünde.


Mutlu olmuş ve keyfin yerine gelmişti.


Seni bir "İngiliz" ile işletelim derken, "Fransız" bırakmıştın hepimizi.


Senin yüreğinden dökülen kısa ve öz cümlelerle atmıştık yuvamızın temelini.


Allah´ın rızası, peygamberin kavliyle sen istemiştin mutluluğumuzun daim olmasını.


Duasını sen etmiştin.


Bugünleri yaşayabilmiş ve yaşatabilmiş bir evlat olabilmenin gururu ile uğurluyoruz seni.



Sevgili "Şeker Dede";


O çocuksu yüreğinle çıkagelebilseydin keşke.


Ama bu defa dönüşü yok bu yolculuğun...


Bu ayrılığın...


Bu bereketli hüznün...


Kardeşlerin, evlatların, dostların, okurların ve bizler yanındayız yine.


Kara trenlerle gönderilen gazetelerin arasına sıkıştırdığın gizli mektuplarla kalbini çaldığın ve bir nefes kadar sana yakın hayat arkadaşın "Afet Hanım" da hep seninle.


Anıların bizimle...


Gülüşlerin bizimle...


Dualarımız seninle...