Türk edebiyatının koca çınarı Yaşar Kemal, "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı romanında şöyle diyor:

"Bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara... O yiğitler, o her birisi kaplan örneği şahinler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler. Bir daha, bir daha hiç gelmeyecekler. Hiç hiç hiç! Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. Şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen. Bin iyiyi bir kötüye kul eden.."

"Bu satırlardan rahatsız olup şikayet etmesinler" diye hemen açıklama getirelim:

İnsan: Memelilerden, iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratık.

At: Atgillerden, binek hayvanı olarak kullanılan, arabaya, çifte koşulan, gücünden yararlanılan memeli hayvan; erkeğine "beygir", dişisine "kısrak" denir.

Demir: Simgesi Fe, atom sayısı 26, atom ağırlığı 55,847, yoğunluğu 7,8 olan, 1510 santigrat derecede eriyen, mavimtırak esmer renkte, sanayide çelik, döküm ve alaşımlar durumunda kullanılan element.

Tunç: Bakır, çinko ve kalay alaşımı, bronz...

Piç: Anasıyla babası arasında yasal bir evlilik bağı olmaksızın dünyaya gelmiş olan çocuk. Halk arasında babası belli olmayan çocuğa verilen ad.

"O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.

Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık" sözünden başka anlamlar çıkartıyorsanız eğer, büyük usta Yaşar Kemal'e sorun! Çünkü üstat bu satırları "Demirciler Çarşısı Cinayeti" romanında yazmıştı.

Ne düşünüp de yazdı kim bilir?

Çelik-çomak!

Biz küçükken köyde çelik-çomak oynardık. Önce toprağa bir kuytu kazardık.

Sonra "çelik" yapardık. Kısa olurdu! "Çomak" ise uzun olandı!

Kuytunun üstüne çeliği koyardık. Çomakla kaldırır, vururduk.

En uzağa atmaya çalışırdık. Ve rakip çeliği havada yakalamaya çalışırdı.

Bazen çelik yüzümüze-gözümüze gelirdi. O yüzden çok dikkat ederdik.

Çocukluk işte! Aslında oynanacak bir oyun değildi!

Gerçi, şimdi oynadığımız oyunlar daha tehlikeli!

Buradan bir vuruyorsun! Ankara'dan ses geliyor!

Artık otur, havadisleri dinle! Büyümeseydik keşke!

Çelik-çomak oynamaya, topaç çevirmeye devam etseydik!

Çevirdik topacın birini, aldık başımıza iş!

Çevir çevir bitmiyor bunlar!

Biz topacın biriyle baş edemiyorduk!

Şimdi oldu bir sürü topacımız!

Gündüz içip, gece uzuyor...

Adam bildiğin hacı... Mekke ve Medine'ye gitmiş!

Kabe'yi tavaf etmiş... Şeytan taşlamış...

İşler kötüye gidince, şeytan bunu taşlamaya başlamış.

Hacılığını unutmuş! O mekan senin, bu mekan benim gezmeye başlamış.

Çok güzel içiyor! Gündüz içiyor, gece uzuyor!

Olsun, günahı boynuna! Ama garibanları çarpmasa iyi!

Çünkü en kötüsü, kul hakkı... Bizim için de öyle!

Duyup yazmayınca, üstümüzde kalıyor!

Avantayla elde edilen servet eriyip gidiyor.

Dikkat etmek lazım...

Biraz sakin olalım...

Devlet tecrübesine güvendiğim bir büyüğüm, yaşanan son gelişmeleri değerlendirdiğimiz sohbetimizde, "Biraz sakin ol. Senin de neden olduğun gerginlikten başkaları faydalanıyor. Gerginlik insanları 'kör' eder. Gerçekleri görmesini engeller. Sen biraz dursan, adam sağlıklı düşünecek. Kendisinin yanlış yönlendirildiğini görecek. Sen de biliyorsun. Aslında iyi insan" dedi.

Şimdiye kadar verdiği öğütlerde hiç yanılmayan değerli büyüğüm, bu sözlerinde yanılacak değil ya!

Ne yapalım? Biraz sakin olalım...