Cumhuriyet Balosu’nun İstanbul Pastanesi’nde yapılması teklifime çok sayıda tepki geldi. Büyük çoğunluğunun olumlu tepki olduğunu söyleyebilirim.



Yazının; ikindi, akşam ve yatsı namazlarıyla ilgili bölümünü ise, “namaza karşı bir duruş” şeklinde anlayan, “anlama özürlü” okurlarımız da olmuş.



Önemli değil. Alnı secde görmüş ve hala görmekte olan biri olarak, eğildiğinde beynini secdede bırakanlarla tartışmak istemem.



Madem bir işi yapıyorsun, adam gibi yapacaksın. Mesela, beş yıldızlı otelde kurabiyeli düğün yapılmaz. Orada adam gibi yemekli düğün yaparsın.



Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki Cumhuriyet Balosu’nda içki servisi yapılıyorsa, Zonguldak’taki Cumhuriyet Balosu’nda da içki servisi yapacaksın.



Bu kenti yönetenler, Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’den daha inançlı insanlar mı? Ya da Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’den, bu kenti yönetenlerden daha mı az Müslüman? İnancı daha mı az?



Kardeşim, evine misafir çağırırsın. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.



Ne ikram edersen o. İster içki verirsin, ister komposto.



Ama Cumhuriyet Balosu’na içki içen birini çağırıyorsan ve buradaki hesabı devlete ödettiriyorsan, bırak o adam da içkisini içsin.



Sen de içme.



Ya da yapmayın kardeşim Cumhuriyet Balosu. Bakın, zaten halk sokaklarda kutluyor nasıl olsa kendi cumhuriyetini… İnanın, kentimize, “Alnı secde de gören yöneticiler geldi” diye sevindiydik. Başörtülü vatandaşlarımızın da Cumhuriyet Balolarına katılabilmesine ne çok sevinmiştik. Çünkü bu cumhuriyet; açığıyla, kapalısıyla, içeniyle, içmeyeniyle hepimizin cumhuriyetiydi.



Son söz:



Yönetici “dindar” olabilir. Bunun bir sakıncası yok.



Ama “kindar” olmamalı. Bunun çok sakıncası var.





Kıssadan Hisse: Zihinsel güç…





İki çocuklu bir aile, hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler. Piknik yerine vardıklarında, anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk, yalvarırcasına bakan gözlerle, “Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?” der. Baba, “Ben de yorgunum oğlum´´ der demez çocuk ağlamaya başlar. Baba, tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir. “Al oğlum, sana güzel bir at” der. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...



Baba gülerek kızına:



“İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir ya da bir çocuğun tebessümü olabilir.´



Değnekten atınız hiç eksik olmasın.





Günün Fıkrası: Bir dediğini iki etmiyor!





Bir mahallede, yeni komşularıyla çay sohbeti yapan kadına, komşuları, “Senin aile yaşantına hayranız, eşin ve çocuklarınla çok mutlu bir yaşantın var. Kocanın bir dediğini iki etmiyorsun. Bu mutluluğunun sırrını bize de anlat” derler.



“Kısaca anlatayım” der kadın ve anlatmaya başlar:



“Düğünümüz bittikten sonra kocam kendi atında, bende kendi atıma bindik, evimize doğru gidiyoruz. Benim bindiğim atın ayağı takıldı ve sendeledi. Kocam arkasına döndü ve benim atıma ´bir´ dedi. Biraz daha ilerledik ve benim atımın ayağı tekrar takılıp tökezlediği zaman eşim tekrar arkasına dönüp atıma ´iki´ dedi. Az sonra atım tekrar aynı şekilde tökezleyince, eşim arkasını döndü ve ata ´üç´ dedi ve belinden tabancasını çıkartıp atımı anlından vurdu. At oracıkta kanlar içinde yere yığılıp öldü. Ben şok olmuştum ve ata çok üzüldüm. Eşime bir hışımla çıkıştım, ´Yazık değil mi, atı neden vurdun!!?´ diye sordum. Eşim arkasını döndü ve bana ´bir´ dedi. Ve o günden sonra kocamın bir dediğini iki etmedim.”





Günün Sözü:





Işığı yaymanın iki yolu vardır, ya ışık olursunuz ya da onu yansıtan ayna.



Edith Wharton