(Bkz. Resim-1)

‘Zonguldak Nostalji’ olarak yola çıktık gidiyoruz…
Takipçi sayımız arttıkça heyecanımız da bir o kadar artıyor. Ortak paydamız ‘geçmişe özlem’ ve tarihimiz, bunu paylaşımlara yapılan yorumlardan, katılımlardan ve gönderdiğiniz fotoğraf ve yazılarınızdan anlıyoruz. Dileğimiz bu paylaşımların çoğalması…
Sosyal medyadaki sayfamızın profil resmi kadının öyküsünü sanırım biliyorsunuzdur, bilmeyenler veya ilk defa okuyanlar ‘Kim bu kadın?’ başlıklı köşe yazısını veya ‘www.zonguldaknostalji.com’ sosyal medya adresine giderek profil fotoğrafının üstüne tıklayıp hikayesini öğrenebilirler. Geçmiş yıllarda yayınlandığında merak uyandıran ve bizimde hikayesini bilmediğimiz, Deniz Kulubü’nde çekilmiş bu kadın fotoğrafının kim olduğunu, fotoğrafın ne zaman çekildiğini uzaklardan gelen bir mesajla öğrenmiş ve bunu sizlerle paylaşmıştık. Orjinal fotoğraf elimizde, bir antika eşya satıcısından satın alınmış, arkasına sadece ‘Deniz Kulübü’ notu düşülmüş bir fotoğraf…

(Bkz. Resim-2)

Makalemizin konusu fotoğraftaki kadın değil…

Fotoğraftaki kadının hikayesindeki bilinmeyenleri aydınlatan ve diğerlerini bizimle paylaşan, doğup büyüdüğü Zonguldak’ı terk edip uzaklara gitmek zorunda kalmış, duyduğu hasret ve özlemi sık-sık kaleme alarak bize yollayan, hali hazırda Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan ‘Yıldırım Özener’’in gönderdiği yeni bir hikayesi…
Özener, zaman-zaman Zonguldak’ta yaşadığı, Soğuksu ve Fener Mahallesi’ne ait şiirsel hikayelerinden küçük kesitler yollayarak sayfamıza renk katmaya devam ediyor…

Özener’in son kaleme aldığı eski Fener mahallesi hikayesini ve özgeçmişini paylaşıyoruz…

Bir varmış...Bir yokmuş… Hatıralarımda bakın neler kalmış…
Birbirinden güzel o mevsimleri seçmezdik ki biz, kar yağmur dinlemezdik ki biz. Oyuncağımız olmasa da, çamurları mıncıklar oyuncaklar mı yapmazdık ki biz. Ya sen kapımda ıslık çalar, top oynamaya çağırırdın beni, ya da ben elimde annemin yaptığı iki dilim cevizli kekle beklerdim seni. Bir diğeri geçerken şirin evimizin önünden, deniz kulübüne doğru. Aşağıdan seslenen, ya can kardeşim Celal Ertem ya da Rıdvan olurdu. Sanki bir minyatür dünya da yaşar gibi, bir o kapıda. Bir bu kapıdaydık.

(Bkz. Resim-3)

Çınarlı yollardan aşağı kıçımızda mayolar, Deniz Kulübüne sanki uçardık. Kapıdan girerken Rasim abi; ‘koşmayın ’ diye haşlardı her birimizi. Biraz duraklardık ama yine koşardık merdivenlerden deparlara kadar olan yeri. “Nazar” her zaman ki yerinde hep öyle bağlı dururdu. Yanında ya Mehmet Bozkurt, ya da Tarık abi olurdu. Biz göbek taşında yüzerken Rıdvan, Celal, Nebil, ben bir bakmışsın Mehmet Akaçık, yine balıklama atlamış tramplenin en üstünden… Deniz bayramlarında yüzmede genelde Füsun, Melda çekişirdi Aydın abi hiç kendini yormaz kulaçlarını yavaş-yavaş pekiştirirdi Birinci olamasa da o uzun maraton yarışlarında O yine de bizim can kurtaranımız, en iyi yüzenimizdi.

(Bkz. Resim-4)
(Bkz. Resim-5)

Nasıl da acıkırdık öğle vakti. çıkardık o terastaki tostçuya kaşarlısı, sucuklusu, bir başkaydı tostlarımız. Kulübümüzün tostçusuda Daryal abi dalmış bir köşede, bakmışsın gün batımını seyrediyor. Yan tarafta Levent abi coşmuş, emektar piyanoyu konuşturuyor…

(Bkz. Resim-6)

Işık çıkardı beyaz şort, beyaz gömlek her an bir köşeden. Hep derdik; kardeşim bir kerede o raket düşsün be elinden. Sanki ona nispet eder gibi bu kez Tunç Çelebi gelirdi Tenis kortundan... Artık grup vakti... Raket sesleri yükselirdi...

(Bkz. Resim-7)

Ahhh o çocuk matinelerimizde bilseniz ne filimler oynardı… Çok sevdiğimiz için genelde kovboy, çizgi filmleri koyarlardı. Çoğu kez filmleri izlemez o koltuklarda savaş ederdik ‘Bir limonata üç halka’ sırasında bu sefer birbirimizi ezerdik. Çıkardık sinemadan dağılırdık evlerimize doğru Yolda Cengiz, elinde sopa. Bir o ağaca, bir bu ağaca vururdu Dinlemez saldırırdı sağa sola...

(Bkz. Resim-8)

Bizim Cengiz kendini filimdeki kovboy sanardı Kara toprakta sönük bir top, bir sürü çocuk koşardık arkasından canımız sıkılsa da, olurdu birimiz kovboy, diğerimiz kızılderili bu kez oyunda çocuk bahçesiydi hepimizin kızlı erkekli oynadığımız o cıvıl cıvıl yer neler oynardık ah neler, yorulunca uzanırdık papatya dolu o çimenler iki kale maçlarda Ben, Zafer, Serdar, Çetin, kalemizde Hüseyin. Öbür tarafta İbo, Celal, Rıdvan, Kemal; kaleci olurdu hep Nebil Aman gol atmayalım, başlardı sinirinden ciyak-ciyak ağlamaya. Yok şöyleydi... Yok böyleydi... Maçı bırakır başlardık Nebil’le uğraşmaya. A tipinin önünde görününce o tin-tin giden yaşlı Mohini hızır gibi koşardık, girerdik babalarımızdan önce kapıdan içeri Muhakkak olurdu gün batımında yalçın kayalıklarda taze balık tutanlar sıra-sıra soyulmuş ince defne dallarına dizilmiş o taze balıklar.

(Bkz. Resim-9)

Akşam yemek vakti, çıkardık bahçelerimizdeki kamelyalara masalar kurulurdu, etraf kokardı mis gibi et - ya da balık ızgara.. Karşıdan duyulurdu bazen Nebil’in inden ağlamaklı bağırması Muhakkak bir sorun var, yarın dışarı çıkamayacak bu çocuk, onun çağrışması Süep abi yine kaçırmış vos vosu ki; Halit bey amcada yer yerinden oynuyor. Turu bitirmiş dönmüş amma, esas tiyatro turu şimdi evde başlıyor. Neyse geçelim bu konuyu hepimizin huyu kurusun. Anahtarı alıp tur atmayalım da araba hep yerinde mi dursun?

(Bkz. Resim-10)

Selçuk, Lassiyi çağırıyor, belli ki onlarda ızgara et var Lassi fırlardı yerinden bir hışımla, yaaa bu işte bir alamet var O bile hissederdi herkes onun için mahallede birlikti O da bizim için mahallemizin en cefakâr bekçisiydi. Ne mutlu Fenerin çocukları hayvan ve tabiat sevgisiyle yetişmiş, Bu güzel çocukların, hepsinin yüreklerinde şimdi Atatürk’tür sevgisi. Eğer mevsim kışsa, akşamları inden-inden o güzel ses duyulurdu sıcak yatağımda gözlerimi aralardım. Annemin elinde bir bardak boza olurdu O karlı kış akşamlarında etraf o kadar sessiz sakin ki Fener’de geç vakit de bağıran o ses, uyandırırdı beni uykumdan genelde sahur vaktine doğru başlardı bu kez bülbüller şakımaya Bu güzel namelere dayanamazdı o güller, açardı doya-doya, yaşadık cennet gibi yerde çocukluğumuz ne hoş geçti Her şey anılarda kaldı artık, bu anlattıklarımın hepsi Zonguldak Fener’di! Zonguldak-Fener deyince çoğu kimse bilmese de adını Tanrı dokundurmuş bu minik yere o sihirli sopasını. Yaşayan bilir buranın defne kokusunu... Yeşilini... Mavisini... İnanılmaz ama, bu yeşil cennetin altında var, bir de kömür madeni... Zonguldak Fener çocuğuyum işte ben de sizler gibi! Uzaklarda da olsam unutamıyorum yaşadığım o masalvari günleri. Bir daha yazayım dedim içimden geldiğince.. ve paylaşıyorum sizlerle, uzaklardan Zonguldak’ıma selam ve sevgilerle…

(Bkz. Resim-11)
(Bkz. Resim-12)


‘ZONGULDAK’ 60 küsur yıllık yaşamımda beni kendisine bağımlı kılmış, hayatımın önemli bir dilimini teşkil etmektedir.
Yıldırım Özener.
Changsha / Çin Halk Cumhuriyeti.


YILDIRIM ÖZENER KİMDİR?…

1954 Zonguldak Soğuksu Terakki Mahallesi doğumluyum. EKI nin (Ereğli Kömürleri İşletmesi) İngilizce mütercimi Hakkı Özener ve Hollandalıların Zonguldak Liman inşaatı şirketinde teknik ressam olarak çalışmış olan Perihan Özener’in oğluyum. Lise ikiye kadar Mehmet Çelikel lisesinde okudum daha sonra babamın emekli olup İstanbul’a taşınmamızla, İstanbul Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesinden mezun oldum. Yüksek Öğrenim için gittiğim Almanya Darmstadt Üniversitesinden Mekatronik Yüksek Mühendisi olarak diplomamı aldım. 1974 yılından beri Almanya’da ikamet etmekteyim. Çifte vatandaşlık statüsünden de faydalanarak, uzun bir süredir de Türk vatandaşlığımın yanı sıra, Alman vatandaşlığını da taşımaktayım. 1980 yılı ortalarından itibaren, görevim ve mesleğim icabı Çin halk cumhuriyeti dünyaya henüz tam açılmamışken, Çin‘in genelindeki hemen hemen bütün (Çin askeriyesi dâhil) ; otomobil, kamyon ve traktör fabrikalarında, dünyaca ünlü Alman balans makinaları fabrikasının uzman mühendisi olarak, balans makinalarının devreye alınması ve programlanması konusunda uzun yıllar çalıştım.

(Bkz. Resim-13)

Türkiye’de ki birçok otomobil ve lastik fabrikaları dâhil olmak üzere, Avrupa’nın ve Dünyanın birçok ülkesindeki otomobil fabrikalarında deneyimlerim var. Balans konusunu içeren birçok uluslararası projelerde yer aldım.

2000 yılından beri Çinli eşim Dr. rer.nat. Xiaoqin Özener-Wan ile kurduğumuz şirketimin başındayım ve Almanya’nın yanı sıra Çin’de de ikamet etmekteyim. Ana mesleğimin dışında, 15 seneyi aşkın Avrupa Birliği Ülkelerinde Tescilli bir Bayan giyim markasının sahibiyim. Almanya Frauenhofer Molekularbiologie Translationale Medizin enstitüsünde klinik araştırma bölümünde başarıyla uğraşı veren ve aynı zamanda, ressam olan bir de kızım var. 1972-73’ lü yıllarda Zonguldak sporun alt yapısında yetiştim ve Zonguldakspor genç takımında lisanslı Futbol oynadım.

(Bkz. Resim-14)

- Ana dilim Türkçemin yanı sıra, iyi derecede Almanca, İngilizce ve yeterli derecede anlaşabileceğim Çincem var.

Hobilerim ve aktivitilerim kısaca şöyle sıralayabilirim;
- Maceralı seyahatleri, tabiatı ve denizi,
- her türlü dünya kültürel faaliyetleri ve insanları, bilhassa dünya çocuklarını ayırmaksızın çok seviyorum.
- Hayvan sevgisinin yanında, köpekler en sadık dostlarım.
- Yaptığım uzun kilometreli yürüyüşler hobilerim arasında.
- Elimden geldiğince makaleler, şiirler ve hikayeler yazıyorum.
Yakında hepsini bir kitapçıkta toplamayı düşünüyorum. - Nostaljik anılara ve hikayelere çok değer veriyorum. - Ağır basan hobilerimden bir diğeri, Amatör Fotoğrafçılık ve Film çekimleri.

(Bkz. Resim-15)


Yardımcı kaynaklar…
Zonguldak Nostalji
zonguldaknostalji.com
Yıldırım Özener
Bazı fotoğraflar Yıldırım Özener’in özel albümüne aittir.