Zonguldak Belediye Başkanı Ömer Selim Alan, geçtiğimiz haftalarda yaptığı bir açıklamada, "Bizim içimizde de hainler var" diyerek bombayı patlatmıştı.
Biz de AK Parti Zonguldak Milletvekili Hamdi Uçar'a sorduk, "Bu hainler kim?" diye...
Milletvekil Uçar da, "Bunları tespit edecek olan ve disipline verecek olan kişi, İl Başkanıdır" cevabını verdi.
Yani, "Zeki Tosun bu işlerle ilgilensin, hainleri o bulsun" demek istedi.
Parti içindeki hainleri bulmak zor değil. Bu hainleri; Ömer Selim Alan da, Hamdi Uçar da çok iyi biliyor.
Ama ya açıklamıyorlar ya da açıklayamıyorlar!
Milletvekili Hamdi Uçar, diyor ki:
"Bunları 'hainlik' olarak bir isim zikretmemiz doğru değil. Bunu bulacak olan da teşkilatın başındaki kişidir. Ben Milletvekili olarak hepsini kucaklamak zorundayım. Ama partinin bir disiplin heyeti var. Böyle bir hainlik yapacak kişilere müdahale edecek yetkili kişi, İl Başkanıdır. İl Başkanı; Hainlik yapan, disiplin suçu işleyen kişileri bulup gereğini yapacaktır."
Yalnız AK Parti İl Başkanı Zeki Tosun, bu hainleri bulup disipline verdiğinde tek başına kalmamalı...
Burada bir şey yapılacaksa, el birliğiyle yapılmalı...
Zeki Tosun, "günah keçisi" olarak gösterilmemeli...
Başkan Tosun, yarın bir gün, "Bu hainleri buldum" derse; Milletvekili Hamdi Uçar ya da Belediye Başkanı Ömer Selim Alan, "Bunu ben çok severim, buna dokunmayalım" dememeli...
Herkes kuyruklarından birbirine değiyorsa, orada iş sıkıntıya girer.
Yoksa hainleri bulmak kolay.
Biz de tahmin etmekte güçlük çekmiyoruz.

'Sende bu kuyruk acısı varken...'
Zamanın birinde bir köylü ile yılan, arkadaş-dost olurlar.
Köylü, yılana her gün süt götürmekte, yılan ise ona her gün bir altın vermektedir.
Onların ki karşılıklı menfaat dostluğu ama olsun. Her ikisi de karşılıklı bir şeyler alıp veriyorlar yani birbirlerinin hayatını kolaylaştırıyorlar.
Bu karşılıklı alışveriş uzunca bir süre devam ediyor.
Köylü, bir gün hastalanıyor, her gün götürdüğü sütü götüremeyecek yılana, çağırıyor oğlunu yanına, "Bak oğlum, bizim bahçenin yanındaki dut ağacının dibine her gün bir yılan gelir, benim götürdüğüm sütü alır ve yerine bir altın bırakır. Ben bugün hastayım ve bu sütü sen götür ve yılanın verdiği altını getir" der.
Oğlu, babasının bahsettiği yere gider, sütü bırakır, ancak babasına da kızar...
Çünkü babası o altını almak için her gün yılanı ziyaret etmekte ve süt götürmektedir, her gün gitmekle olur mu?
"Kim taşıyacak her gün sütü? Öldür şu yılanı, al altının tümünü" der içinden.
Sütü babasının dediği yere bıraktıktan sonra altını vermeye gelen yılana baltayla saldırır...
Yılan, kendini kurtarmak isterken aldığı balta darbesiyle kuyruğu kopar ve can acısıyla oğlana saldırır ve onu boğarak öldürür.
Köylü, bekliyor ki oğlu gelsin hem de altını getirsin... Gelen yok, giden yok...
Oğlunun gelmediğini gören köylü, hemen bahçeye koşar...
Bir de ne görsün; oğlu ölmüş, yılan acıyla ortalıkta kıvranmakta, kuyruğunun yarısı yok!.
Her ikisi de üzgündür...
Köylü de evlat acısı, yılan da kuyruk acısı!
Ancak, zaman geçer, birbirlerine yeniden ihtiyaçları olduklarını anlarlar.
Çünkü yılan aç kalır, köylü de altınsız. Tekrar bir araya gelirler ve derler ki:
"Yine eskisi gibi dost olalım."
Köylü der ki;
"Sen yine her gün altını ver, ben yine sütünü getireyim."
Yılan kabul eder.
Ne yapsın, her ikisinin de rızkı kesilmiştir. Mecbur yeniden dost olmayı deneyecekler...
Köylü, yine her zamanki gibi sütü götürür, yılanın verdiği altını alır.
Bir kaç gün bu durum devam eder ama bir tuhaflık vardır...
Her ikisi de kendini kötü hissetmektedir.
Çünkü köylü her gittiğinde yılanı görünce, evladının acısını hisseder, yılan ise köylüyü gördüğünde kopan kuyruğunun acısını...
Köylü bakar ki bu durumu devam ettiremeyecek. Evlat acısı zor!
Der ki yılana:
"Kusura bakma, bende evlat acısı, sende kuyruk acısı varken, biz asla dost olamayız.
Birbirimizi gördüğümüzde hep bu acıyı yaşayacağız."