1- Kaya Taşçakmak ve Kilimli

Söyleşinin Kilimli Bölümü

Ali Kaya: Kaya abi; senin ömrünün büyük bir kısmı Kilimli'de geçti. Kilimli ilginç bir yer. İlginç kişileri, kendine has bir ruhu, kendi içinde dayanışmalı bir yaşamı var. Kilimli'yi biraz anlatır mısın? Sanırım senin bu konuda bir çalışman da var...

Kaya Taşçakmak: Şimdi Aliciğim; bu konuda gerçekten bir çalışmam var. Kilimlili bazı arkadaşlar beni teşvik de ediyorlar. Senin de bu konuda güzel çalışmaların var. En son 'Zonguldak'ta Elektriğin Tarihi' konusundaki çalışman nedeniyle kutluyorum, çok değerli bir çalışma oldu.
Şunu düşündüm ben: Kilimli'nin belirli bir dönemini anlatırken bende izi kalan şu; çok iddialı bir tarihi yapıt hazırlamak amacım değil. Bu tarihçilerin, uzmanların işi. Ama yaşadığımız o dönemdeki fotoğraflar, bence bugüne hiç uymayan, çok sıcak, değerli ve mutlaka kayıt altına alınması gerekli. Çok sağlıklı ve çok güzel ilişkiler, paylaşımlar vardı, paylaşımcı, özverili.
Şimdi o kuşağın kişilerini, evlerini, yerlerini-yurtlarını, kişiliklerini; ne varsa, araya bazı anılar, anekdotlar sokarak anlatıyorum. Örneğin; Biraz önce sana Selçuk'tan bahsettim. Buradaki arkadaşlar diyordu ki "Biz vilayetiz". Ben de diyordum ki; "Oğlum siz bir vilayetsiniz doğru. Ama biz eyaletiz."
Kilimli'nin Zonguldak genelinde, gündeme kazınmış bir havası, imajı vardı. Bunu yadsımak mümkün değil.

Ali Kaya: Yani bir "Kilimlililik" vardı diyorsun?

Kaya Taşçakmak: Evet vardı. Ama zaman zaman bu arkadaşlar bizi maço gördüklerini, kibar olmadığımızı ima ederlerdi. Bana göre; bu onların, bizim haksızlığa tahammül edemememizden kaynaklanan bir yanlış anlamaydı. Onlar öyle yorumlardı, yoksa sen de biliyorsun; bizim Kilimli'de eski Fransızlar döneminden kalma çok şeyler var. Mesela piyano vardı, tenis kortu vardı. TTK'nın Fransızlar tarafından yönetildiği zamanlardan etkilenmeler var. Halkevlerinin de büyük katkısı vardır. Kitap okumak yaygındı. Sana bir şey söyleyeyim; 60 öncesi biz kahvede tavla oynarken, kitabına oynardık. Üzerine imza atılırdı. Mesela senle oynadık, yenildin. Kitabın üzerine yazardın; "Kaya Taşçakmak'a falanca gün tavlada yenildiğimden bu kitabı aldım." Yani kitabın, daha doğrusu sanatın olmadığı yerden, tatlı sesler gelmez. İnsanı yoğuran, güzellik katan sanatın dışında başka bir şey düşülmek mümkün değil.
Az önce bazı arkadaşların bizi maço gördüklerini, kibar olmamakla suçladıklarını söylemiştim. Bunu sana bir örnekle anlatayım: Ben İstanbul'da iken, bize bir haber geldi. "Kilimlililer Fener'e çıkmışlar, Fener'de milleti dövmüşler. Dedim ki; "Böyle bir şey olmaz..." Ama olmuş bunlar, nasıl olmuş? Kilimli'den bir gariban, Fener'e gelmiş. Kendi başına dolaşırken bulaşmışlar, biraz da kafa bulup, epeyce dövmüşler, Kilimli'ye yollamışlar. Kilimli'de demişler ki; "Oğlum, ne oldu sana? Kim dövdü, nerede dövdü?" O da anlatınca, Kilimli'den toplanıp, Fenere gelmişler. O küçük dayağa biraz daha büyük ölçekte yanıt vermişler. Hepsi bu yani.

Ali Kaya: Kaya abi, o kadar da masum gösterme... (gülüşmeler)

Kaya Taşçakmak: Bir de o zamanın koşullarını düşün. Bunu yapanlar o zamanın 30 yaş öncesi gençleri.

Ali Kaya: O zamanlarda "Batı yakasının Hikayesi" gibi gençlik çetelerini anlatan Amerikan filmleri vardı; bunlar da etkiliyordu değil mi?

Kaya Taşçakmak: Tabii; filmler, kitaplar, yöresel olaylar, hatta futbol maçları etkiliyordu. Ben sana bir şey söyleyeyim: Biz Kilimli'ye 1947'de geldik. E.K.İ.'den bize ev verdiler, 15 gün uyuyamadım. Niye uyuyamadım? Evimizin önünden, o küçük dekoviller geçiyordu. Lavvar'dan aldıkları şisti, taşı; "Olukbaşı" dediğimiz şimdiki Liman'ın olduğu yere götürüp denize boşaltıyor, sonra boş olarak tekrar evimizin önünden geçiyorlardı. Uzun süre bu tekerlek seslerine alışamadım.
1947-1977 arası, tam otuz yıl, Kilimli'de oturduk. Babam emekli olduktan sonra, 1975'te vefat etti. Biz iki yıl daha kaldık, sonra 1977'de Zonguldak'a taşındık.
Çok yakın yıllarda Kilimli'ye gittim. Bizim oturduğumuz, o canım tek katlı, TTK evlerinin çoğu yok olmuş, yıkılmış. Doğal olarak ibadullah kalacak değillerdi elbette. Yeni binalar yapılacaktı. Ama bu kadar mimariden yoksun, çirkin, estetikten uzak, rezil yapılaşma olamaz. Gözlerim yaşardı. Kilimli'nin eski çehresi kalmamış, yok etmişler.
Bahçelerin en güzeli, Deniz Kulübü bahçesi, kendi başına, rüzgarın uğultusuyla ağaç dallarından çıkan ses, sanki bir ağıt sesiyle ağlıyor. O Deniz Kulübü gitmiş, yok olmuş. Biliyorsun; Deniz Kulübü'nün bahçesinde, uzaktan geçen gemileri siren sesiyle selamlayan bir aygıt vardı, oradan da cevap verirlerdi, o kalmadı...
Şimdi ilginç bir şey daha söyleyeyim Kilimli için: Görülmüş iş değil. Kumun üzerine toprak döküldü. Hem de Karadonlu bir arkadaşımız, sevgili Ömer Barutçu bakanken. Kumun üzerine toprak dökerek, Hisararkası'nın içine ettiler. Canım sahil rezil oldu. Kilimli sahil yolu rantabl değil. Oraya harcanan para ile Türkiye'yi dört kere dolaşacak yol yapılırdı. Bana göre o yol çok yanlış ve gereksiz para harcandı. Herkesle bunu tartışmaya hazırım.
Ben o konuda 2013'te bir şiir de yazmıştım. (Bu şiiri mutlaka okuyun. Çok duygulanacak ve haz alacaksınız - A.K.) Üç yıldır gece gündüz sahili dolduruyorlar. Bizim çocukluğumuz orada geçti. Zonguldak'ın en güzel sahiliydi, yazık ettiler.

Ali Kaya: Zonguldak'ta üst seviyede görevli çok sayıda Kilimlili var. Hatta bazıları derler ki; "Zonguldak'ı Kilimlililer idare ediyor". Bunlardan biri de "Tekor" yani Gültekin Parlar. Çok sevdiğimiz biriydi. İstanbul'da bize yurt abiliği yaptı. Onun hakkında neler söyleyeceksin?

Kaya Taşçakmak: Tekor, Anavatan Belediye Başkanı olarak geldi. Önce şunu söyleyeyim. Kilimlililerin özelliklerinden bir tanesi şu: Herkes birbirine saygılı ve sevgili davranırdı. Mesela sahilde bir büyüğün seni gördü gördü, dedi ki; çok uzaktan mesela Rıfat Kamil'den bana şunu al getir. İtiraz etme hakkın olmazdı. Herkes birbirine saygı gösterirdi. Ama karşılığında da çok büyük bir sevgi ve koruma kollama vardı.
Tekor rahmetli oldu, babası da. Babası Yaşar Parlar sevdiğimiz bir abimizdi. Yaşar Amca bir gün bana geldi; "Şu bizimkine bir şey söyleyin. Eve çok geç geliyor, hiç ders çalışmıyor" dedi. Tekor'u buldum ve dedim ki; "Saat on buçuktan sonra seni buralarda görmeyeceğiz. Görürsek senin için hiç iyi olmaz. Eve gideceksin, ders çalışacaksın, bu sene okul bitecek. Tamam mı?" dedim. "Tamam" dedi. O ele avuca sığmayan, delişmen Tekor, hiç itiraz etmedi. Sözümüzü dinledi. Ve sonra liseyi bitirdi. Gazetecilik Yüksek Okulu'na girdi.
Şimdi Tekor un Belediye Başkanlığı'na gelelim: Tekor, biliyorsun; Anavatan Partisi'nin Belediye Başkan Adayı olarak geldi. Tekor'u Kilimli'de kazandıran, "Tekor bizim çocuğumuz" anlayışıydı. CHP'lisi, Doğru Yol'cusu, herkes bizim çocuğumuz diyerek oy verdi. Yaklaşık 12 sene Belediye Başkanlığı yaptı. Kilimli'nin farklı havası buydu.

Başka kimler vardı dersen: O zamanlar Hüseyin abi, Hüseyin Teoman vardı. Ziraat Müdürlüğü yaptı. Fehmi Dağlı vardı. Avukat Necmettin Dağlı vardı. O zamanlar, benim anlattığım dönemin ilişkileri şimdi yok. Anlatıldığı zaman, yapaymış gibi gözüküyor.
Biraz önceki Kilimli'den bahsederken bir şey kaçırdım. Sonra bana eleştiri aldırırsın. Kilimlispor Kulübü'nden bahsetmeden, Kilimli den bahsetmek yanlış olur. Kilimlispor'un kuruluşu 1952 yılıydı. Başkanlarından biri de, yakınlarda yitirdiğimiz rahmetli Dr. Nihat Güney idi. Kulüp Başkanlığı yaptı. O zaman Kilimli'de doktorluk yapıyordu.


Şimdi biz, bahsettiğimiz yıllarda, genç kesim en az on, on iki kişi dolaşır, sinemaya gider, her şeyimizi paylaşırdık. Bir akşam sinemaya gideceğiz. Saydık, dokuz kişiyiz. Para topluyorum bilet almak için; dokuz kişiden ne çıktı biliyor musun? 25 kuruş. Hiç birimiz sinemaya gidemedik. Bir-iki bilet parası çıksa, kura çekip onları gönderecektik. Evet; yokluk yılları...
Hep beraber idmana çıkardık. O zamanın önemli futbolcuları; mesela Hatay, mesela Turgut vardı. Kaleci Osman, Türkiye'nin Turgay'ı olabilirdi. Ama nedense olamadan futbolu bıraktı. Maalesef bir kalp krizine boyun eğdi, yaşamına son verdi. Bizim Turgut halen İstanbul'da. Çok iyi topçuydu. Ama sahada 90 dakika durduğu pek azdı. Ya kendini attırır, ya da arkadaşları onu kızdırırlar, sahadan attırmak için uğraşırlardı. Hatay çok stil ve beyefendi bir sporcuydu. Ankara'da Demirspor'da oynadı.
Daha sonraki kuşakta Halil var. Bizim Cafer var, Coşkun Süer var Altınordu'ya transfer oldu. Zonguldak Kömürspor'da oynayan ayı Orhan var. Servet Kılıç var. Bunlar o dönemin iyi topçularıydı.
Yani Kilimli, futboluyla da, kendi yapısıyla da, Zonguldak'ın güzel renklerinden birisiydi. Kilimli, Zonguldak'ta iz bıraktı. Ama öyle gaz izi değil ha, gerçek anlamda iz bıraktı.

Ali Kaya: Abi yine Kilimlicilik yapıyorsun...

Kaya Taşçakmak: Valla nasıl kabul edersen öyle, yorum sana ait... (gülüşmeler)

[*] [*] [*] [*]

2- Yılmaz Yedikel'den bir anı-öykü

MELEKLER

Zonguldak'ın Kilimli nahiyesi; deniz kenarına yakın, şirin bir yer.
Pazar yerinde, bayi Kısmet'in dükkanında altı kişiyiz. Kasa yanında Kırıkoğlu, Yıldıray sandalyede oturuyor, Doktor Hüseyin ve ben tezgaha dayalı dip kısmındayız.
Cafer kapı yanında buzdolabına dayanmış, ne haber kapı yanında neşeli neşeli konuşuyoruz.
Kapıdan Rüzgar Mehmet daldı.
- Hah şimdi yakaladım sizi. Borcunuzu ödeyin hemen.
Ayakta duracak halde değil. Şarap kokusu, burnumuz tosluyor...
- Bayi Kısmet, şarabımı ver. Parası abilerimden.
Kısmet yanlayarak doktora dönüyor:
- Yahu doktor. Bunun içecek hali kaldı mı? Ayıptır ayıp...
Bu sızlanmanın ardından hepimiz gülerek içmemesi gerektiğini değişik biçimlerde ifade ederek yeniledik laflamayı. Gülerek devam ettik umursamazlıkla... Ama Rüzgar Mehmet, umursamazlıkla:
- Ulan size insan diyenin anasını avradını...
Dedi ve sustu...
Oturanlar kalkamadılar. Tezgaha dayalı olan biz, evet ya biz... Yüzümüzdeki gülümseme acı, kazık, tuhaf bir sırıtma. Yok, yok gülücüklerimiz gülücüksüzlüğümüz; havada asılı kaldı sanki sessizliğimizle birlikte.
Rafın arkasında ben ve doktor, kasada bayi Kısmet, dolaba dayalı Cafer. Kımıldamadan bakakaldık.
Oturan Yıldıray ve Kırıkoğlu, yavaş yavaş doğrulur gibi oldular. Rüzgar Mehmet, parmağını sallayarak gözlerimize tek tek baktı:
- Ulan siz var ya; meleksiniz, melek be...
Dediğinde içimiz boşalıverdi sanki.
Doktor;
- Kısmet, ver şu kopuğa şarabını.
Herkes sanki bu anı bekler gibi raflara daldı. Kısmet, şarap şişelerini elleri titreyerek, tangırdatarak poşete yerleştirmeye çalıştı. Cafer, buzdolabından yanlışlıkla rakıyı kaptı.
Çıkıp gitti Rüzgar Mehmet. Tıpkı ismi gibiydi. Öldüğünü geçenlerde öğrendim, Hendek'teyken.
Sahilde 3 sosis, bir şişe Altunbaş rakısıyla; dibinde iki fındık kalmış göğsünde sarılı vaziyette... Kumların ortasında, gözleri açık bulmuşlar. Cenazesine hayli kişi katılmış. Genellikle de maden işçileri...
Rakı içtiğini görmemiştim hiç. Beni gördüğünde mecburen alırdım şarabını. "İçkisini değiştirdi, dünyasını da değiştirdi" dediler Mehmet için.
Emekli maaşımı almış, bankadan henüz ayrılmıştım. Rüzgar Mehmet karşılamıştı beni:
- Üç gün sonra bayram. Şimdiden bayramlaşalım...
Demişti. Şarabını almıştım.
- Yaşlanıyoruz Mehmet...
Demiştim.
- Bayramlar bizden yaşlı, biz daha genciz...
Demişti bana. Nedenini soracak oldum:
- Nedeni var mı? Bayramlar bazen şaşırıyorlar. Her sene 11 gün geriye gidip, senede iki defa gelip bizi geçiyorlar. Onların yaşına göre daha genciz biz.
Dedi. Dedi de, yürüyüp gitmişti yanıbaşımdan. Düşünmeme bile fırsat vermeden...

Yılmaz Yedikel