Biliyorsunuz, elhamdülillah Ontemmuzluyum...

Bayram namazlarında mutlaka Ontemmuz Camisi'ne giderim.

Cami çıkışında çocukluk arkadaşlarımı, komşularımı görür, sohbet eder, daha sonra da aile mezarlığımızı ziyaret ederim.

Mezarlığımızın harika bir manzarası vardır. Sola dönerseniz, Zonguldak; sağa dönerseniz, Kozlu-İhsaniye ayaklarınızın altındadır

Geçen bayram İhsaniye'yi seyre daldım.

Neredeyse elli yıl öncesine...

Çocukluk, ilk gençlik yıllarıma gittim.

Biz yukarı Ontemmuzluların yaşamında İhsaniye çok önemliydi.

Bir kere yüzmeyi Abanoz Gölü'nde öğrendik.

Abanoz, İhsaniye Deresi'nin yukarısında, Çataldere'den beslenen, yüzeyi yüz metrekareyi bulmayan, en derin yeri iki çocuk boyunu aşmayan, yeşil çevresi ve tertemiz suyu ile bir doğa harikasıydı.

Oraya orman içlerinden patikalardan giderek ulaşırdık. Camiden Tornacı Fikri Şenay'ın evinin altına gelir, oradan Ontemmuz İlkokulu'nda görevli Hacer ve Elmas Teyzelerin evlerinin önünden, Hacı Rıfat'ın fındık harmanını kenarından aşağı vurur, Avukat Mehmet Bekar'ın baba evinin karşısında dereye ulaşırdık. Buradan sola dönüp dere yukarı on-on beş dakikalık bir yürüyüşle Abanoz Gölü'ne ulaşırdık.

Denize gitmemiz yasaktı. Kaçak gitsek bile annelerimiz anlardı. Tırnakla kolumuza attıkları bir çizik, beyaz bir çizgi bırakırdı. Ama tatlı suya girdiğimiz anlaşılmazdı. Abanoz tercihimizin nedenlerinden biri de buydu.

Derede balık da vardı. Daha çok yavru balık yakalardık. Bunları, o zamanlar neredeyse herkesin bahçesinde bulunan su kuyularımıza atardık. Çocuk efsanelerinden biri olarak balıkların suyu temizlediğine inanırdık.

Bu balık yavruları ile -bir başka doğa harikası olan- Şekercilerin Deresini balıklandırmaya çabalardık. Ama içilecek kadar temiz olmasına rağmen suyun çok az olması nedeniyle bu hayalimiz hiç gerçekleşmedi elbette.

Dedim ya, yüzmeyi Abanoz'da öğrendim. Öğrendim, ama neredeyse ölebileceğim kazayı orada yaşadım. "Arkadaşlara hava olsun" diye boy vermeye kalktım. Ayaklarım, dipteki çalılara takıldı. Panikledim, su yutmaya başladım. Benden dört-beş yaş küçük Metin Durdu, saçımdan tutup yardım istemiş, bizimkiler ve çevreden gelenler sudan çıkarmışlar. Baş aşağı yatırıp yuttuğum suları çıkarmışlar. Bir süre sonra kendime geldim. En son hatırladığım; Ulu Manitu'nun (!) yemyeşil çayırlarıydı.

Anlayacağınız, Metin'e can borçluyum.

Gölde girdap, anafor olduğu, hatta şimdi TV vericilerinin olduğu yerdeki bataryanın askerlerinden bir kaçının gölde boğulduğu söylenirdi.

Şimdilerde duyduğum kadarıyla göl, taş-toprak dolmuş, derenin suyu da hayli azalmış.

Abanoz Gölü hayallerimde, olağanüstü güzelliği ile yaşıyor.

[*] [*] [*] [*]

TUĞLACI HAYDAR'IN SİNEMASI...

Bizim için İhsaniye'de Abanoz'dan sonraki en önemli mekan, "Haydar'ın Sineması"ydı.

Ne Haydar Amcanın soyadını, ne de sinemanın gerçek adını hatırlamıyorum. Aile, tuğla imalatı ile de uğraşırdı. Bizim yakadaki fındıklıklarının içerisinde tuğla harmanı-ocağı vardı.

Sinemada üç-dört film peş peşe oynardı. Biletler de 75 kuruştu.

Yanımıza ekmek, üzüm veya domates alıp sinemaya girer, saatler sonra çıktığımızda da kafamız davul gibi olurdu.

Filmler eski, kopmalar, rastgele eklenmiş olduğundan ilginç şeyler olurdu. Mesela, az önce dokuz kurşunla ölen birini, daha sonra direksiyonun başında görebilirdiniz. Ya da kovboy filminin arasında bir Türk filminden sahneler görebilirdiniz.

Ama her şeye rağmen Zonguldak'a inmektense, İhsaniye'ye gitmek hoşumuza giderdi.

[*] [*] [*] [*]

17 PAVYONLARI...

Zamanın deyimiyle "münavebeli", yani "gruplu" madden işçileri, 17 Pavyonlarında kalırdı.

Oldukça kalabalık ve hareketli bir yerdi.

Biz de işçilere; tası 25 kuruşa erik, bardağı on kuruşa su ve Hayat Şekeri satardık.

Sinema bilet paraları da bu ticari (!) faaliyetten kazanılırdı.

Şimdi 17 Pavyonları yok.

Yıkıldı gitti.

Adı unutulmasın bari...

Hey gidi İhsaniye!

Ne anılarımız var seninle...

Cıvıl cıvıl insan dolu sokakların, şimdilerde ıssız ve sessiz...

Seni yürekten sevenler...

Geçmişin güzelliklerine yaktığın ağıtı mutlaka duyuyordur.

[*] [*] [*] [*]

Bu tavanın balıklarına selamlar...