Rüştü Onur anısına...

"Bir şair yaşamıştı Zonguldak'ta

Adı Rüştü Onur'du.

Hatırlanacağını bilseydi

Ölümünden sonra

Memnun olurdu"

Demişti Behçet Necatigil... Ve Zonguldak, onu hatırlamaya devam ediyor...

Rüştü Onur, Zonguldak'ın kara bağrında filizlenmiş gencecik bir fidandı. Ruhumuza tat veren nice şiirlerinin hayat bulmasına engel olan verem illeti onu bizden bugün ayırdı.

[*][*][*]

1920 yılında Devrek'te doğan Rüştü Onur, ortaöğrenimine Kastamonu Lisesinde devam etmiş, edebiyat öğretmeni ünlü edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı sayesinde, çocukluğundan gelen şiir ve sanat merakı daha da alevlenmişti.

Rüştü Onur, bir müddet sonra, memleketine duyduğu hasretle Kastamonu'yu bırakıp kömür ve deniz kokan şehrine tekrar geri döner. İşte o günlerde hastalığının farkına varır. Eğitim hayatının devamı ve tedavisi için Zonguldak şehir merkezine gelen şair, Çelikel Lisesine kaydını yapar. Bu okulda Muzaffer Tayyip Uslu ve Kemal Uluser ile tanışır. Dostluğun ne demek olduğunu ve aynı pencereden dünyaya bakmanın verdiği hazzı Çelikel Lisesindeki arkadaşları sayesinde tatar.

Malesef ki kısa bir süre sonra tekrar okulunu bırakıp iş aramaya koyulur. Tedavisi için Heybeliada Sanatoryumuna başvurur ama sıra beklerken ciğerlerinin nasıl da yavaş yavaş söndüğün farkına varıp haykırır:

"Biz hastayız, bakılmak lazım. Hani para, hani sanatoryum, hani şefkat. Altı aydır sırada bekliyorum."

1941 yılının sonunda sıra kendisine gelir ve tedavi için İstanbul'a yol alır. Üç ay içinde eski sağlığına tam olarak kavuşamasa da daha iyidir ve tekrar Zonguldak'a döner. Şehirde onu bekleyen edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil ve yoldaşı Muzaffer Tayyip Uslu, onun için dosttan daha ötedir.

Zonguldak'a geri döndüğü o günlerde her zaman gittiği On Temmuz mahallesinde, Roman kızı Mediha'ya aşık olur. Söze, lafa aldırmadan 1942 yılının Ekim ayında İstanbul'da nikah kıyarlar.

Neylersin ki kader, Rüştü Onur'un istediği yolu çizmesine müsade etmez...

Malesef ki birbirlerine doyamazlar. Mediha, evlendikten 27 gün sonra bu dünyadan göçer. Rüştü Onur ise karısının acısına ancak 25 gün dayanabilir.

Mutluluğa kavuştuğunu sandığı günler ve gelecek hayalleri birden elinden alınınca, yaşamak istemez Rüştü. İnsanın, sevdiğine kavuştuktan bir ay sonra acısına alışması ne kadar da zordur. Şair, elinde tuttuğu kadehini sevdiceğini anarcasına defalarca ağzına getirir. Hırpalanmış ciğerinin acısına ortak olan aşk acısını unutmak için tek çaresi belki de budur.

Ve 25 gün dayanabilir bedeni.

25 gün...

2 Aralık'ta kana bulanmış ruhu artık teslim olmuş ve çakmak çakmak gözleri bir daha açılmamak üzere kapanmıştır.

'Şairler yalnızdırlar' derler ya. O da öldüğünde yanında sadece iki kişi vardı. İki kişiyle sessizce gömüldü İstanbul'un kara bağrına. Zonguldak'ı, aşkı, kenar köşede izbe mekanlarda yaşanan acıları anlatan şairimiz sessizce terki diyar eyledi. Bizi, Türk edebiyatını ve Zonguldak'ın kara bahtını da yanına alarak uçup gitti.

[*][*][*]

Garip şiirinin üç temsilcisinden biri olan Oktay Rifat, Zonguldak'ta askerlik yaptığı sırada dost olduğu Rüştü Onur'un ölümüne çok içerler. Rüştü Onur'un hatırasını yaşatmak için 16 Aralık 1942'de Ocak gazetesinde bir yazı yayınlar. Çelikel Lisesinden öğretmeni ve dostu olan Behçet Necatigil de yaşadığı kaybın acısını şöyle ifade eder:

"Şu anda ölümünden bana kalanlar, temiz bir arkadaşlık, sevgiler, güzel bazı şiirler... Ölümlerin en acıklısını ifade için, 'gençliğine doyamadan gitti' diyen halk muhayyilesindeki isabeti düşünürken Rüştü Onur'u hatırlıyorum."

"Beni rahat bıraksa

Toprağın altındaki kertenkele

Kabuğun içinde kurt

Ve uyusam

Mavi bir deniz ortasında başım" şiirinin sahibi Rüştü Onur, Ortaköy'de sevdiği kadınla yan yana yatmaktadır artık.

  1. Dünya Savaşı sıralarında, veremin ülkeyi kasıp kavurduğu günlerde Rüştü Onur da bu hastalıkla tanışırken bir yandan da Türk şiirinin en güzel örneklerini okurlarına sunmuştu. Ölüm haberi duyulunca, şiir dünyasının yası dostlarının acısına karıştı. En yakınlarından olan Muzaffer Tayyip, acısını Ocak gazetesinde paylaşır:

"...Rüştü benim için şiirlerini her zaman zevkle okuduğum bir şairden ziyade ,hiç çekinmeden bana derdini döken ve benim için hiç çekinmeden kendisine içimi açabileceğim, yeryüzündeki yegane insandı..."

İstanbul ve Ankara basınında Rüştü Onur'un vefatı hüzünle karşılanmış her zaman olduğu gibi, ölenin kıymeti bilinmeye başlanmıştı. Nurullah Ataç, Rüştü'nün ardından:

"...Rüştü Onur'dan kalan parçaları okurken ben kendime düşen vazifeyi yerine getirmemiş olmanın şifasız acısını duyuyorum. Kuşları da hayatın daha birçok tazeliklerini de Rüştü Onur'un şiirlerinde buluyoruz. Ama kendisi kim bilir nerelerde?.." der.

Sanatoryum sırası bekleyen, beklediği sırada Amele Birliği Hastanesinde yatan ve maddi imkansızlıklarla tek başına kalan Rüştü Onur, kalbine düşen aşk hissiyle hayata tutunmaya çalışsa da kader genç şairin etrafını çevrelemişti. Yıllar sonra Devrek dergisinde yayınlanmış şiiri ile aslında gencecik yaşında ölümün soğukluğuna nasıl da alıştığını gösterir.

"Ben ölsem be anacığım

Ne var ki sana kalacak.

Ceketimi kasap alacak,

Pardösümü bakkal

Borcuma mahsuben...

Ya aşklarım

Ya şiirlerim ne olacak

Ya sen ele güne karşı

Nasıl bakacaksın insan yüzüne

Hulasa anacığım

Ne ambarda darım

Ne evde karım var

Çıplak doğurdum beni

Çıplak gideceğim."

Annesine seslendiği gibi, ata toprağında çıplak doğan şair, Karadeniz'den boğaza akan karayel rüzgarının sertliğinin hissedildiği Ortaköy'de toprağa girer. Ciğerinden fazla kan gelmesiyle boğulan gencecik beden, daha yeni vefat etmiş aşkının yanına defnedilir.

[*][*][*]

Rüştü Onur, Zonguldak'ın kara bahtını ciğerinde hissetmesinin yükünü kaldıramadı. Kan kustuğu günlerin acısı belki söndü lakin güzel yüzlü bir delikanlının ruhundan akan o enfes şiirlerin sahibi olan şair de öldü.

Orhan Veli'nin de dediği gibi:

"Son yıllarda Zonguldak üç büyük istidat yetiştirdi. Biri Rüştü Onur, biri Kemal Uluser, biri de Muzaffer Tayyip Uslu. Ne biçim kader üçü de arka arkaya öldüler."