Zonguldak-Ontemmuz, Kozlu- İhsaniye... Büyük Tünel üstüne yeni gelmiştik köyden.
Fundalığın içinde iki göz ev. Banyo, tuvalet yok. Evin yanındaki çalı çırpı yer o işi görüyordu.
Evin arkası mercimek taşlı bir duvardı. Duvarın üstü bir kişinin zor geçtiği, çalı diken kaplı bir yoldu. Yolun bir ucunda Lağımın Ağzı dediğimiz Fransız döneminden kalma eski ocak, diğer ucunda ev aldığımız Saltoğlu ailesinin evi vardı.
O gün babam ağaç karyola yapıyordu duvarın dibinde. Biz de ona yardım ediyorduk.
Kısa pantolonlu, sarışın çocuğu, ilk kez, duvarın üstündeki yolda gördük. Bakımlıydı, rahattı, özgüvenliydi. Türkü tutturmuştu, suya gidiyordu:
"Değirmenci dayi! Değirmenci dayi! Soktun gözüme yayi!.."
Ömür boyu arkadaş, kardeş olacağımız o çocuğa garip garip bakmıştık.
İhsaniye ile Zonguldak arasında - Kastamonu/Göl İlköğretmen Okulu ve Ankara gidiş gelişlerim dışında- masal hızında geçti zaman.
Derelerde yüzdük. Güle oynaya ilkokula gittik, geldik. Ada Sinemasında filmler izledik. Ormandan odun taşıdık. Top oynadık. Piştiyi öğrendik, bira içtik. İnşaatlarda çalıştık. Kitap okumayı sevdik.
Kardeşim Cafer ile ikimiz İstanbullu olduk. Yurt Zonguldak Öğrenci Yurdu, okul İstanbul Üniversitesi. Mehmet Bekar, Aydın Pınarcık, Behzat Demircan, ben, kardeşim Cafer, Turgay hepimiz İhsaniye gençleriydik İstanbul'da. Sarı çocuk (Turgay), peşimizden geldi. Önce Beşiktaş'taki bir dershanede velisi oldum onun. Bir yıl sonra aynı yurt, aynı üniversite...
70'lerin ortalarıydı. İstanbul kaynıyordu. Gençlik, "BAĞIMSIZ TÜRKİYE!" /"MİLLİYETÇİ TÜRKİYE!" sloganlarıyla sokaklarda birbirine - düşman gibi-yürüyordu. Kıpır kıpırdı çevre. Marşlar, türküler, sloganlar ve büyük kavga!

Bir taraftan kendimizi yarınlara hazırlıyorduk.

Turgay, Pendik' teki akrabalarına gidip gelirken İstanbul'u erken öğrenmişti. Bir akşam bizi Beyoğlu'na götürdü.
Önce bir Taksim-Tünel turu attık. İstiklal Caddesi'ni yaşadık sağa sola baka baka. Sonra o tarihi binanın kollarına bırakıverdik kendimizi. Ünlü Çiçek Pasajı'ndaydık artık. Görkemli bir ortamda, rakı ve bira kokusuyla, insanı alıp götüren müzik eşliğinde uçup gittik bir yerlere. Uçuşun doruğunda geceye uyandık.
Bir hoş çıktık dışarı. Adam olmuştuk bayağı. Bihruz' duk. Mahpeyker'in Ali Bey'iydik adeta. Yirmili yaşlara doğru, henüz Dilaşup yoktu.
Sarı Çocuk, Lağımın Ağzı'na gider gibiydi önümüzde. Gidiş su için değildi, bu kez susuzluk içindi. Gelmişken Beyoğlu' nun arka sokaklarını görecektik. Filmlerin gizemli sahnelerini yaşayacaktık duman içinde.
Ada Sinemasından tanıdığımız pos bıyıklı, koca adamlar karşıladılar bizi kapı önlerinde. Renkli, loş ışıklı, kokulu bir ortamda, yarı giyinik kadınlarla şaşkın sohbetler... O kara, plastik çerçeveli gözlüğümün verdiği havayla, büzük büzük bakarken, "Hadi gözlük! Çıkalım mı?" davetlerine ergen utanışlar... Çıkmak!.. Tanımadığım bir kadının kolu ilk kez boynumda. Elektrik akımı titreyişi... "Lan oğlum, bayram gezmesi mi bu!" denmedi şükür.

Of be! Çıktık! Tabii sokağa...
Bizimki kültür gezisiydi. Paramız Çiçek Pasajı'nda bitmişti.
Galatasaray Lisesi önünden Tünel'e doğru yürüdük. (Tünellerde, tünel üstlerinde yürümeye alışıktık, üstelik çakal ulumaları eşliğinde.) Gece kuşu saati bilmezdi. Düşe kalka yürüyenler, kaçanlar, kovalayanlar, karanlığı yırtan düdük sesleri...
Biri bana çarptı. Düştüm, kalktım. Turgay, kabadayı tavrıyla:
"Ne oldu? Sen mi çarptın, o mu sana çarptı?"
"Ben çarptım tabii! O bana çarpabilir mi?
"Tamam! Yoksa!.."
İstanbul uykudaydı.
Gecenin kollarındaydık. Tünel'den Kocamustafapaşa'ya yürüyecektik.
Düşe kalka, hık mık derken, Galata Köprüsü'ne ulaştık. Sıkışmıştık. Tuvalet aradık, bulamadık. Ah İhsaniye, ah! Çalıların arası, falan... Şimdi Galata Köprüsü' nün tam ortasındayız, medeniyetin beşiğindeyiz! Hey medeniyet! Tuvalet nerede? Eyvah!
Bir tarafta Süleymaniye, diğer tarafta Galata Kulesi. Biraz ötede Nedim' in güzellere şarkı söylediği yer. Elimizden başka bir şey gelmedi. Alışık davranışımızı sergiledik. Kovboylar gibi, ışıklı Haliç'e doğru dizildik.

Dizildik de...
Bu cümleyi Rafet ağabey tamamlar. Ben utanırım.
Sonrası mı? O ayrı bir hikaye!
Kaçamak bir Beyoğlu yaşadık gençlikte.
Buluşuyoruz yine yazları "Değirmenci Dayı" türküsü dinlediğimiz yerde. O sarı çocuk yaklaştı altmış beşe.
Ha! Şimdi o evlerde tuvalet var. Borulardan akanın nereye döküldüğünü bilmiyorum sadece. (12. 05. 2020)
Hayri Sarı (Emekli Edebiyat Öğretmeni)

Hayri Sarı Kimdir?
1954 yılında Zonguldak... Devrek ilçesine bağlı, Kabaca köyünde doğdum. 1962 yılında köyden kente göçtü ailemiz. Ontemmuz İlkokulundan sonra Kastamonu Göl İlköğretmen Okuluna parasız yatılı olarak gittim. Ortaöğrenimimi Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesinde tamamladım. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü, aynı zamanda, İstanbul Yüksek öğretmen Okulunu bitirdim. 1977'de başladığım Kocaeli Derince Lisesi (şimdi Derince Anadolu Lisesi) edebiyat öğretmenliği görevimden 02.01.2019 tarihinde emekli oldum.
Öğretmen okulunda okumak benim için bir şans oldu. Orada bol bol okudum. Edebiyat zevki kazandım. Kendim de yazma denemeleri yaptım. Emekliliğimi okuyup yazarak değerlendiriyorum.
Evliyim. Üç çocuk babasıyım.

BASILI DİĞER YAPITLARI

  1. Yumak Yumak Sevgi, Sertan Yayınları, Ocak 2014
  2. Kömürün Karası Alnımın Akı, Sertan Yayınları. Haziran 2014
  3. Birey, Kuzgun Kitap, Kasım 2015
  4. Güneş Gözlerinden Doğardı. Kuzgun Kitap, Mayıs 2016
  5. Nokta, Kuzgun Kitap, Mayıs 2017