Zonguldak Barosu Başkanı Av. İbrahim Kerem Ertem, hükümetin açıkladığı “Demokratikleşme Paketi”ne ilişkin yaptığı yazılı basın açıklamasında, bağımsızlık ve özgürlük olgularını canlı tutmak gerektiğini ifade etti. Demokrasinin geliştirilmesinin halktan gelecek taleplerle mümkün olduğunu belirten Ertem “Halkın iradesi, talebi, onayı” olmadan demokrasinin yerleşmesinin mümkün olmadığını belirtti.

“HALK, SOYUT BİR KAVRAM DEĞİL BELKİ, AMA BİREYİN VARLIĞINI DA UNUTMAMAK GEREKİR”

Ertem, açıklamasında şöyle dedi:

“Demokrasi kavramına hemen her siyasi kültürden farklı yorumlar, katkılar, eleştiriler hatta reddiyeler yükselebilmektedir; çünkü hala demokratik siyaset ve toplum düzeninin niteliğine dair ittifak yoktur. Hatta demokratik düzenin, bugün için, en iyi yönetim biçimi ya da en kötü yönetim biçimi (Winston Churchill) olduğu konusunda berrak bir yaklaşım yoktur. Fakat yine de, insan hak ve özgürlüklerine en uygun ortamın demokratik düzende var olabileceğini söyleyebiliriz. Tarafımızı ve tavrımızı demokrasinin yükselmesi, temellenmesi ve renklenmesi üzerinde kökleştireceğiz. Demokrasinin geliştirilmesi, halktan gelecek taleplerle mümkündür. Ancak, halk gücü yanında, insanların rızası, onayı ve sorumluluk bilinci de demokratik düzenin oluşumunda ve devamında yeter şart olarak anlaşılmaktadır. Sartori, “kuvvete dayalı olan klasik iktidar modelinin yerine rızaya dayalı bir iktidar tipi getirmek, böylece baskı yerine düzenleyiciliği öne çıkartarak politik sürecin işleyişini mücadele yerine barışçıl yöntemlere indirgemek” olarak demokratik düzeni tanımlamaktadır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ‘Halkın iradesi, talebi, onayı’ olmadan demokrasinin yerleşmesi mümkün değildir. Halk kavramı, soyut bir kavram değildir belki ama bireyin varlığını da unutmamak gerekmektedir. O halde, demokratik çıkışların, kararların veya uygulamaların halkın talepleri, beklentileri, özgürlükçü toplum düzeni istekleri, birey hakları çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Özgürlükçü toplum düzeni ve birey hak ve özgürlüklerinde gelişim, kanunların ve hukukun uygulanmasında adalete uyumla mümkün olmaktadır. Tocqueville, Amerika´da Demokrasi isimli çalışmasında, kanunların, yapıldıkları yerlerin duvarlarını aşıp toplumun bağrına işlediğini ifade etmiştir.”

“BİREY HAYATINDA YAŞANAN FİİLİ DURUMLARA YÖNELİK RESMİ KABULÜ İFADE EDİYOR”

Ertem, Nigel Ashford’un “Özgür Toplumun İlkeleri” kitabından bir örneklemeyle şunları söyledi:

“Demokratik talepler, hak ve özgürlüklerin yaşam alanlarının genişletilmesi çalışmaları ile rejimin korunması, toplumun ana omurgasının ve veya cumhuriyetin ana ilkelerinin güçlendirilmesi anlamında da yorumlanabilir; en azından bu durum beklenmelidir. Demokrasinin geliştirilmesi, sivil inisiyatiflerin geliştirilmesinden, haber alma hürriyetine, mülkiyet hakkından fikir ve vicdan hürriyetine, gösteri yürüyüşü hakkına, kanun önünde eşitlik hakkından adil yargılanma hakkında kadar geniş bir yelpazede ele alınmalıdır. Bu bakımdan, sadece hükümetler değil; belki muhalefet partilerinden, sendikalara, odalara, üniversitelere ve bireylerden, inisiyatiflere dek her kesimin ve herkesin demokratik taleplerin karşılanmasını dile getirmesi ve yaşatması gerekir. Demokrasiye inananlar açısından durum böyledir ama demokratik yaşam anlayışı ve demokrasi tanımı cari anlayıştan farklı olduğunu beyan edenler açısından da en azından temel haklar ve özgürlüklerin ve elbette ödevlerin kullanılması kural olarak ele alınmalıdır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Demokrasi Paketi, aslında sosyal hayatta ve birey hayatında yaşanan, fiili durumlara yönelik resmikabulü ifade etmektedir. Özellikle ana dilde eğitim hakkının medeni dünyada kimi uygulamaları olsa da, resmi dilin Türkçe olarak kalması halinde ki kesin tavrımız budur. Milli birlik ve bütünlük idealine ve birlikte yaşama iradesine aykırılık taşımadığını söylememiz gerekir. Yargılama süreçlerinde, savunmasını ve şikayetini Türkçe yapamayanlar için tercüman yardımıyla ifade vermek kanuna uygun ise, ana dilde eğitim de Uluslar arası müktesebata uygunluk taşımaktadır.”

“BİRBİRİMİZE DAHA FAZLA SÖZ VERMELİ, SÖZÜMÜZÜ TUTMALIYIZ”

“Sıkı ve sağlam bağlılıklara imza atmalıyız” diyen Ertem, “Azınlık haklarının tanınması, haklarının iade edilmesi, din ve vicdan hürriyetinin kesin uygulanması alanına dahildir. Laiklik ilkesinin uygulanması da dinler ve uygulama yolları açısından ‘devletin bu inanç bütünlerine eşitlik ve tarafsızlık’ gösterilmesi bakımından hayatidir. Aslında, üzerinde tartışılan bir husus da ‘Andımız’ meselesidir. Sadece ilkokullarda ‘Andımız’ okuyarak Türklük bilincine ulaştığımız düşünülmektedir. Evet, anladığımız ve savunduğumuz, ‘Türklük kavramı’ bir ‘medeniyet halinde olmak’ ve ortaklaştırılmış birlikte yaşama iradesine vurgu yapan ‘birleştirici üst kimlik’ olarak tasavvur edilmektedir. Her medeni ülkede, üst kimlik üzerinden resmi ve güncel hayata ilişkin yapılanmalar bu değerlendirme üzerine bina edilmektedir. Burada söylenmesi gereken, gerçekten, hangi siyasi, dini, etnik, felsefi yorum ve inanç içinde olursa olunsun, birleştirici milli iradenin ve ulusal bütünlüğün savunulmasıdır. Bu anlamıyla, Türk olmak durumunu, ırksal bir temel değil; kültürel bir varoluş olarak kabul edilmektedir. ‘Andımız’ olarak ilkokullarda okunan -ezberlenen- metin, birlikte yaşama kabul ve iradesini elbette desteklemektedir. Bundan ötede, ırksal ve faşizan bir teslimiyetin de amaçlanmadığı söylenebilir. Hatta yazarının dünya algısı açısından böyle bir amaç güdülse de bugün ‘Andımızın’ millet olgusunu yüceltme duygusunu işlediği, birey olarak her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının gerektiğinde, vatan ve millet aşkı ile bağımsızlık ve hür yaşama idealinin yaşatılması ve savunulması adına canından ve malından vazgeçeceğini ifade ettiğini beyan etmeliyiz. Gerçekten de, birey olarak, birbirimize daha fazla söz vermeli, sözümüzü tutmalı, hem kendimize, ailemize, çevremize hem de ulusa daha ilgili bakmalı, sıkı ve sağlam bağlılıklara imza atmalıyız. Andımızı, okullara asmalı; insan temelli ‘toplumsal sözleşme’ için, demokrasi, birlikte yaşama, farlılıklara saygı, halka dayalı cumhuriyet anlayışı ve olgularını güçlendirecek ‘yeni sözler, yeni mutabakatlar, yeni antlar’ oluşturmalıyız” dedi.

“DEMOKRASİ, KAMU DÜZENİNİ İFADE DE EDER”

Başkan Ertem, şunları söyledi:

“Hiç şüphe yoktur ki, demokrasi kamu, düzenini ifade de eder. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 30 Ocak 1998 tarihli kararı) Demokratik yaklaşım metotları, toplumun renklere, farklılıklara ve ‘insana saygı’ ve ‘insana dayalı’ anlayışların yaşamasına açık olması anlamına da gelmektedir. Demokratik toplumsal varlık, her insanın, yaşam hakkını, eğitim ve sağlık hakkını, mülkiyet, haberleşme, fikir ve din ve vicdan hürriyeti hakkını bireylere ve toplumun her katmanına yayan bir canlı organizmadır. Bu bakımdan, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve fikir-düşünce özgürlüğünün ‘özgürleştirici, özgürlüklerden yana’ anlayışlarla ele alınması-yorumlanması gerekmektedir. Bu noktada, özellikle yargı erkinin işleyiş modeli, ‘özgürlükler ve haklar’ ekseninde gelişmelidir. Yargı erkinin, devletten önce toplum ve birey ekseninde, hak ve özgürlükler paralelinde yeni bir ilgi alanı oluşturması beklenmelidir. Devletin menfaat ve haklarının, kamu yararı ve hizmet gerekleri kavramlarının ‘kutsallaştırılmaması’, bireye ve topluma tercih edilmemesi gerekmektedir. Burada, özellikle, ceza yargılamasında, ‘örgütlü suç kavramının’ mayın tarlası olduğuna işaret etmek gerekir. Örgütlü suç işlemek, suç oluşturmak için bir araya gelmek suçunu işlemek, örgüte üye olmadan örgüt suçu işlemek gibi geniş bir uygulama alanı yaratılan bu kavramın, daha dar, daha naif, daha istisnai ve daha zor tanımlanması, yorumlanması yerinde olacaktır.”

“İHTİLAFLI DELİLLERİN MAHKEMELERCE DEĞERLENDİRİLMESİNE İMKAN TANIMAK GEREKİR”

“Toplumsal veya bireysel olayların, açıklamaların, davranışların, örgüt kavramı içinde değerlendirilmesi halinde, bu değerlendirme, kolluk, savcılık ve mahkeme süreçlerinde aynı doğrultuda, güçlenerek, genişleyerek gitmektedir. Çevreye, kamu ve özel mal ve haklara, birçok hakkın ve özgürlüğün engellenmesi sonucu doğuran, vatandaşlara veya kolluk güçlerine karşı uygulanan tehdiş hareketleri bu kapsam dışındadır. Ancak, demokratikleşme adına, yargı erki işleyiş ve kararlarının da demokratik düzenin gelişimine katkı vermesi gerekir. Yargı sisteminde (ceza yargılamasında), iddianamenin hangi suçtan açıldığı hayati önem taşımaktadır; yargılama sonucu beraat, erteleme ya da mahkumiyettir. Yargılama süreci, iddianameyi çürütmek üzerine kurulmamaktadır; olayın iddianamede yazıldığı gibi yaşanıp yaşanmadığı üzerine kurulmaktadır. Bu noktada; ceza yargılamasında, iddianamenin yeterli olmadığı her halde (sanık yararına veya aleyhine delillerin tam toplanmamış olunması, suçun yanlış yorumlanması hallerinde) iddianame ret edilmelidir. Delil toplama işinin mahkemelerce yapılmasına son vermek, ihtilaflı delillerin mahkemelerce değerlendirilmesine imkan tanımak gerekmektedir. Mahkemeler, yargılama boyunca takip edecekleri usulü önceden belirlemeli, savunma süreleri, özel delillerin değerlendirilme halleri, savcılık makamının gerçekleştirdiği hazırlık aşamasında elde edilen delillerin ayıklanmasını taraflara ilan etmelidir. Yargılama sürecinin demokratik olarak işlemesi için, özellikle taraflara (savcılık ve avukatlık, avukatlık ve avukatlık) bakışta, yetki ve haklarda demokratik düzenin kurulması gerekmektedir.”

“BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK İDEAL VE OLGULARINI CANLI TUTMAK GEREKİR”

“Demokratik işleyişin bir ayağı da, devlet makamlarının işlem, iş ve sözleşmelerinin yargı denetimine tabi tutulmasıdır. Bu noktada, hak arama hürriyetinin korunması için, yargı harç ve masraflarının makul düzeylere çekilmesi gerekmektedir. Dava açmayı erteleyen, masraf bulamadığı için dava açma hakkını kullanamayana bireylerin var olduğu toplumda, adil yargılama hakkından söz edemeyiz. Buna göre, hukuk yargılamasında dava açma harç ve masraflarının kısım kısım alınmasına dair düzenleme gerekmektedir. İdari yargılama benzeri bir rejim düşünülmelidir. Demokrasinin güçlendirilmesi için ayrı anayasa yazmak yolu tercih edilmektedir. Anlaşılan o ki, yeni anayasa, demokratik talepler, hak ve özgürlükler ve ödevler için ‘tarif ve tanım’ kitabı olmak yolundadır. Yeni bir anayasa on-yirmi maddeden oluşabilir; demokratik talepler, hak ve özgürlükler katalogları zaten ulusal-uluslararası metinler, sözleşmeler ve kurallar ile yerleşmiştir; bakımdan yeni anayasa yazımına ihtiyaç olmadan pekala demokrasinin gelişmesi adına toplumsal mutabakata varılabilir. Bütünlükten, birlikten, ortaklaştırılmış yaşama iradesinden yola çıkılarak, bağımsızlık ve özgürlük ideal ve olgularını canlı tutmak gerekmektedir. Çünkü hürriyetimiz bayrağımızdır. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal. Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal…”
Editör: Pusula Gazetesi