Yazısında &8216;Tuncay Güney&8217;i anlıyorum&8217; diyen Çıladır, &8216;Niye Tuncay Güney? Şeklinde soruyor?


İşte Çıladır&8217;ın Ergenekon ve Tuncay Güney yorumu



ANILARLA KARIŞIK&8230;



12 Mart dönemindeki sıkıyönetim mahkemelerinde görülen davaların çoğu fos çıkmıştı&8230;


Niye?


Çünkü bunlar, birtakım karanlık grupların fasa-fiso senaryolarına dayalı, delili-melili bulunmayan davalardı&8230;


Bir çalım, Ergenekon&8217;u anımsatıyorlardı&8230;


Bir senaryo hazırlanıyor, susturulması gereken kişilerin isimleri senaryoya dahil ediliyor, roller bölüştürülüyor; sonra da bilenen çarkı-ı felek döndürülmeye başlanıyordu&8230;


Yöntem, bilinen kısır döngüydü:


Tutuklama-itiraf-tutuklama&8230;


Bu böyle sürüyordu&8230;


Birinci Ergenekon davasında adı "muhbir" olarak geçen ve davanın omurgası onun itiraflarına dayanan Tuncay Güney&8217;in ağır işkence altında ifade verdiği günün konusu&8230;


Güney diyor ki:


İsteselerdi; "Roma&8217;yı da ben yaktım" diyebilirdim&8230;


Kimdir Tuncay Güney?


CIA&8217;nın adamı mıdır, Fethullahçı mıdır, karanlık bir yer altı örgütünün ayakçısı mıdır?..


Kimbilir&8230;


Bilinen şu ki, nasıl olduysa alta düşmüş, yarasaların cirit attığı diyarlardan bir adam&8230;


İşin ilginci şudur ki; Ergenekon muhbirini sorgulayan ekipten birisi de bugün Ergenekon sanığı!..


Kimin eli kimin cebinde belli değil&8230;


12 Mart&8217;ta da böyleydi bu&8230;


Bilinen taktiktir:


Dava ne kadar karışırsa, o kadar uzar&8230;





Bu satırları yazarken, nedense, gözlerimin önüne, Cumhuriyet tarihinin en ünlü işkencehanesi olan Sansaryan hücreleri gelip oturdu&8230;


Sansaryan hücreleri, Sirkeci&8217;deki ünlü Sansaryan Hanı&8217;nın en üst katındaydı&8230; Asansör-masansör yoktu&8230; Üst kata basamak yerlerinin yarısı erimiş mermer merdivenlerden çıkılırdı&8230; Girişte, beyaz zemin üzerinde çift ay resmedilmiş bir tabela vardı; tabelanın üzerinde "Siyasi Polis" yazılıydı&8230;


Girişte sağda camlı bir bölme yeralırdı&8230; Dar koridor T biçimi başka bir koridora açılırdı&8230; O koridorun üzerinde çeşitli "masa"lar vardı. Bunların en ünlüsü; "Komünist Masası"ydı&8230;


Koridorun sonundaki dar kapıdan "hücreler" bölümüne geçilirdi&8230; Bu bölümün girişinde yan yana dört "tabutluk" vardı&8230; Karşıdaki çay ocağının yanındaki dar kapıdan hücrelere girilirdi&8230;


Bu hücreler çok ünlüydü. Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı "komünist tevkifatı" olan 1946 tevkifatında tutuklanan Şefik Hüsnü&8217;ler, Reşat Fuat&8217;lar, Mihri Belli&8217;ler, vb. yıllarca bu hücrelerde kalmışlardı&8230; Benim yattığım hücrenin zemininde, o dönemden kalma izler gördüğümü anımsıyorum&8230;


Tabutluklar, adı üzerinde, dikine duran üç yanı beton, önü tahta birer tabuttu&8230; Tahta kapının göz hizasında bir yarık vardı. Çömeldiğimiz zaman dizlerimiz tahta kapıya değerdi&8230;


İşkence seansları, Sirkeci&8217;den el ayağın çekildiği saatlerde yapılırdı&8230;


Senaryolar, ilgili "masa"larda, imzalatılırdı&8230;


Direnen de olurdu, ama sonunda "Roma&8217;yı da ben yaktım" kıvamına sokarlardı insanı&8230; Falaka, elektrik, askı, şu-bu&8230;





Tuncay Güney&8217;i anlıyorum&8230;


Ama, "Niye Tuncay Güney?" sorusu boşlukta hala&8230;


12 Mart&8217;ın üzerinden geçti neredeyse 40 yıl&8230;


Ama görülüyor ki, provokasyon yöntemleri ile sorgulama yöntemleri hala değişmiş değil&8230;


12 Mart&8217;taki haksızlıklar, hukuksuzluklar afla falan idare edilmişti sonunda&8230;


Ergenekon nereye gidiyor peki?..

Editör: Pusula Gazetesi