Kadınlar, yüzyıllardır emeğin görünmeyen tarafında yer aldılar. Yüzyıllar geçti, çağ değişti, teknoloji gelişti, fakat bunca değişime rağmen kadına bakış bir türlü değişmedi. Ama kadınlar, hiç yılmadı ve her alanda varlığını sürdürmek için hep mücadele verdi.

Maden kenti olan Zonguldak’ta maden mühendisliği mesleğinde kadınlar, erkeklerle yarışarak mücadele veriyorlar. Zonguldak’ın ilk kadın mühendislerinden Emine Uzun, Serap Elibol ve Şükran Kırömeroğlu, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Üzülmez Müessese Müdürlüğü’ne bağlı Asma-Dilaver İşletme Müdürlüğü 3’üncü ocakta Pusula Gazetesi Muhabiri Öznur Güneş’e konuştu.

“Karanlık Dünyanın Melekleri” yazı dizimizin ilk konuğu, kısa bir süre önce emekli olduktan sonra, 30 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde CHP’den Zonguldak Belediye Meclis Üyesi seçilen Emine Uzun. Gazeteci olmak isterken maden mühendisliği kazanan Uzun ile sohbetimiz, TTK Üzülmez Müessese Müdürlüğü Eğitim Başmühendisi Serap Elibol’un odasında başlıyor. Üç kadın mühendisin de anlatacakları çok şey var. En önemlisi de, yeraltının dehlizlerinde çalışıyor olmaktan hiç de şikayetçi değiller. Bugünkü konuğumuz Emine Uzun anlatıyor:

“İLK ASANSÖRE BİNDİM, GİDİYORUZ…”

“1960, Zonguldak doğumluyum. İlk-orta ve lise eğitimimi Zonguldak ta tamamladım. Hacettepe Üniversitesi Zonguldak Maden Bölümü’nden 1984 yılında mezun oldum. 1986 yılında maden mühendisi olarak TTK Üzülmez Müessese Müdürlüğü’nde 2010 yılına kadar görev yaptım. Emeklilik sonrası çeşitli sivil toplum örgütlerinde ve meslek odalarında aktif görevlerde bulundum. Halen TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi Yönetim Kurulu Üyeliği yapıyorum. Seyahat etmeyi, kitap okumayı, fotoğraf çekmeyi severim. Gönüllü Kızılay çalışanıyım. Ve Kızılay’ın sorumluluk projelerinde eğitici eğitmen olarak görev alıyorum. C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanıyım. Özel olarak karar vermedim. Severek başlamış olduğum bir meslek değil. Ben gazetecilik istiyordum. 70’li yılların sonunda ablamın yanına gittiğimde, gazeteciliği silip maden mühendisliği yazdı ve ben böylece maden mühendisliğini okudum. Kazandığımı öğrendiğimde, önce burukluk hissettim. Zonguldak’ta okuyacağım için de buruktum. Gazeteci olsaydım, başka kente gitmek kolaylaşacaktı. Okulun birinci yılında staja başladık. İlk asansöre bindim, gidiyoruz, inerken ocağın kokusunu hissediyorsunuz. O anın güzelliği de beni etkilemiş olabilir. Ondan sonra ocakta çalışmaktan hep mutlu oldum.”

“MADENDE AYAKLARIMI BİR YERDEN SARKITSAM, ÇİZMELER BENDEN ÖNCE İNİYORDU”

“Olumsuz hiçbir şey hissetmiyorum. Aksine mutlu ve iyi hissediyorum. İşçi arkadaşlarla bir araya gelmekten memnun oluyorum. Ben işe başladığımda maden mühendisi olarak başladım, ama amirlerimiz o dönemde bizi işletmelere ocak mühendisi olarak vermediler. Biz etüt servislerinde çalıştık. Ama ocağın bütün hazırlık işlerini, bütün programlarını ben hazırladım. O sayede bir sürü şey öğrenmiş oldum. Biz işe başladığımızsa kadın banyosu yoktu, tuvaletleri yoktu. Çıktığımız zaman erkek arkadaşlar banyoya girerdi ya da önce biz banyoya girerdik. Banyo özel bir olay, size ait olmadığı için de çok sıkıntılar yaşardık. İlk dönemlerde yıkanmadan eve giderdim, evde yıkanırdım. Ama daha sonraları alıştım. Çizmeler çok büyük, çizme numaraları 39 numaradan başlıyor, bizim ayaklarımız 36 numara, çok zorluk çektik. Madende ayaklarımı bir yerden sarkıtsam, çizmeler benden önce iniyordu. O zamanlar bunları çok komik karşılıyorduk, ama bunlar önemli detaylardı. İnsan vücuduna uyumlu malzemeler kullanmak gerekiyor. Bunu şimdi de sağlayamadık. Bunlar birer etkendi. İşyerlerimizde de kadın-erkek tuvaletleri yoktu. O anlamda yine zordu. Zaman içerisinde yeni işyerleri yapılmaya başlandığında biz kadın banyolarını kendimiz dizayn ettik. Çalışma odalarımızı kendimiz dizayn ettik. Ona göre yapılmasını ısrarla istedik.”

Mesleği boyunca işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda hep hassas ve dikkatli olduğunu söyleyen Uzun, şöyle konuştu:

“KAZALARDA ‘ACILARI PAYLAŞIYORUZ’ DEMEK YANLIŞ, RESMEN YAŞIYORUZ”

“Bizler ocağa ilk girdiğimizde kadınların uğursuzluk getirdiğini söylerlerdi. İlk indiğimiz zamanlarda biz de sorardık: ‘Gerçekten biz size uğursuzluk mu getiriyoruz?’ Zaman içerisinde bize şöyle söylediler: ‘Hayır, aksine siz bizim iş güvenliğimizi ve sağlığımızı daha çok düşünüyorsunuz. Aksine sizden çok çok memnunuz.’ Bu bizim için mutluluk verici. Biz ayırım yapmıyoruz. Önce ‘iş sağlığı ve güvenliği’ diyoruz. Şimdi çok gündemde, işe başladığımız ilk yıllarda işçilerimize ısrarla söylerdik. ‘Dikkatli olun, baretlerinizi takın, eldivenlerinizi takın’ diye her türlü konuda uyarıda bulunurduk. Bunun dışında ocakta çalışmak güzel de, kazalar bizleri çok üzüyor. Teknoloji ne kadar gelişirse, o kadar iyi, iş sağlığına ne kadar önem verirsek, o kadar iyi. ‘Biz bunu ne kadar iyi anlatırsak, o kadar aza inecek’ diye düşünüyoruz. Kazalarda ‘acıları paylaşıyoruz’ demek yanlış, resmen yaşıyoruz. Biz çünkü onlarla birlikteyiz. ‘Onlar kadar canımız yanıyor’ diyemeyiz, ama çok üzülüyoruz. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Biz de o ateşin içinde derman olmaya çalışıyoruz, buna hep uğraşacağız.”

“SİZE GÖREV VERMEMEK, BİR ÜST GÖREVE ALMAMAK DA MOBBİNGDİR”

Uzun, işyerlerinde kadınlara uygulanan mobbingle (psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek) yer altında ya da yer üstünde karşılaşmadığını ifade ederek, şunları söyledi:

“Ben öyle bir şey hatırlamıyorum. Bizim işçi arkadaşlarımızla çok güzel ilişkilerimiz var. Çalışan arkadaşlarımızın hepsi çok saygılıydı. Ben rastlamadım, ama şunu söyleyebilirim. Türkiye’de mobbing, özellikle kadınlar için çok uygulanan bir olay. Bunu kınıyorum. Özellikle kadınların işyerlerinde karşılaştıkları mobbingin çeşitleri var. İlla şiddet ya da farklı şeyler olması gerekmiyor. İşten el çektirmek bile mobbingdir. Size üretmeniz gereken işi vermemeleri de mobbingdir. Size görev vermemek, bir üst göreve almamak da mobbingdir. Sonuçta başmühendisliğe yükselemiyoruz. Lafla, sözle tacizde bulunmak bir çeşit mobbingdir. Bunların hepsi Türkiye’de çalışan kadınlar için geçerlidir. Bunu kınıyoruz, olmaması için elimizden geleni yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu bütün çalışanlara dikte ettirilmeli. Eğitim bunun için çok şart.”

“İŞÇİLERİN AĞIZLARI BOZUK OLABİLİYOR, KÜFÜR EDEBİLİYORLAR”

“İşe başladığımız yıllarda çok az kadın vardı. O zamanlar Üzülmez’de 9 bin işçi vardı. Siz 4 ya da 5 kadınsınız. Orada çalışan işçiler; özgür çalışmaya, daha doğrusu erkek egemen çalışmaya alışmışlar. Ocakta sizin geldiğinizin farkına varmıyor, ağızları bozuk olabiliyor. Küfür edebiliyorlar, farklı konuşabiliyorlar. Zaman içerisinde biz orada olduğumuz müddetçe onlara ayak uydurabiliyoruz. Sizin ulaşabileceğiniz bir eğitim seviyesinde olmadığı zaman ya da beklediğimiz tavırları sergilemedikleri zaman ister istemez onların tavırlarıyla hareket etmiş olabiliyorsunuz. O yüzden belki biz de biraz erkekleşme, kabadayı gibi davranma olmuş olabilir. Ama bu 10 yıl içerisinde eski halimize dönme savaşına getirtirdi. Biz de artık eğitilmiş, tecrübeli olduk. O zaman erkeklerin yoğun olarak çalıştığı yerde bir kadın olarak çalışmanın nasıl olması gerektiğini öğrendik. Kadın olarak burada çalışmak zorundasınız, insan nezaketinin normal olması gereken şekilde olduğunu ifade ediyoruz. Pusula Gazetesi çalışanlarına teşekkür ediyoruz. Kadınların iş ortamlarında verdikleri mücadelelere ve yaşadıkları sıkıntılara yer verdiğiniz için ve bizimle yer altına indiğiniz için…”

Editör: Pusula Gazetesi