Derleyen: Atilla Öksüz

Bartın ve Karabük’ün de ilçesi olduğu “Büyük Zonguldak”ın eski Valisi Galip Demirel’in “Hizmete Adanmış Bir Ömür: Galip Demirel” adıyla yayımlanan anılarının üçüncü günündeyiz. Demirel, 12 Eylül darbe döneminde kentte yaşananların ardından bu defa kum mafyası ve kaçak yapılarla olan mücadelesini anlatıyor.

Kitabı hazırlayan ve röportajları yapan Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu, Fatih Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölüm Başkanlığı ve Kültür Bakanlığı eski müşavirlerinden Ahmet Turan Ayhan, Galip Demirel’in kum mafyası ve kaçak inşaatlarla olan mücadelesinden yola çıkarak kentteki, “Cesur Vali; yıkar mı yıkar” algısına dikkat çekmiş.

Galip Demirel’in o dönem kıyılardan gelişi güzel alınan deniz kumuyla ilgili firmalarla verdiği mücadele tam ibretlik bir konu. Darbe sonrası sakinleşen Zonguldak’ta sıranın başka konulara geldiğinden yola çıkan Demirel, sorunları tek tek ele alıyor.

“Kum mafyası” diye tabir ettiği kişilerle olan mücadelesini şöyle özetliyor:

“12 Eylül askeri darbesinden sonra Zonguldak´ta işler giderek nor­male dönünce, şehir hayatını etkileyen kimi ekonomik, sosyal ve şehir planlaması ile ilgili sorunlara el atma sırası gelmişti. Zonguldak kıyı ke­simlerini tanımak babında yaptığım gezilerde, ilginç bir durum ile karşılaştım. Kıyıdan itibaren 3 millik bir mesafede derin olmayan sığ bir platform, 3 milden sonra deniz 250 metre derinliğe iniyordu. Görünen şey, Zonguldak´ın bütün kıyı sahili boyunca, bir deniz kumu talanının varlığıydı. İnşaat yapımında kullanılmak amacıyla, deniz kumu, büyük motorlarla ve hortumlarla 3 millik platformdan çekilerek götürülüyordu. İki yönlü bir tehdit söz konusuydu. Boşalan kumlar dolayısı ile deniz her seferinde karadan bir parça daha toprak alarak, adeta intikam alırcasına, devasa boşlukların ortaya çıkmasına neden oluyordu. Nitekim Çaycuma ilçesinin Filyos kasabasında denizden alınan kum dolayısıyla, kıyıdan de­nize doğru sürekli göçükler meydana gelmekteydi. Bunu önlemek için Limanlar Genel Müdürlüğü de kıyıda büyük beton bariyerler inşa etme­sine rağmen, denizin kıyıyı aşındırmasına bir türlü engel olamıyordu. Denizden kum alımı yasaklandıktan sonra durum tam tersine dönerek denizden kıyıya doğru kum gelmeye başladı. Böylece deniz ile kıyı arasın­daki tabii denge yeniden kurulmuş oldu.”

“İNŞAATLAR DENİZ KUMUYLA YAPILIYORDU”

“Buradan alınarak inşaatlarda kullanılan kum da ne yazık ki, inşaatları da­yanıksız hale getiriyordu. İşin garip tarafı ise, yapılan talanın resmi olmasıydı. Ereğli´den Şile´ye kadar uzanan bölgede kum firmaları, vilayet ve özel idare­den aldıkları ruhsatlar ile bu sömürüyü yapmaktaydılar. Öyle ki, kimi vatan­daşlar, sahil kısmının bir bölümünü tapu alarak üzerlerine kaydettirmişler, kum ocağı ruhsatı ile de istedikleri gibi tasarrufta bulunuyorlardı. Kıyıdan itibaren denize doğru 3 millik platformda, kum ve bütün de­niz mahsulleri bulunuyordu. Denizin her hangi bir yerinden çekilen kumun yerine bileşik kaplar usulü açılan boşluğu deniz kıyıdan yemek sureti ile dolduruyordu bu sebeple sadece kıyıdaki toprak değil tüm deniz mahsulleri de zarar görüyordu. İnşaatlarda kullanılacak kum elbette ki, temel bir ihtiyaçtı, öncelikli olarak bu alanda kullanılacak kumun nereden tedarik edilebileceğini bul­mak gerekiyordu. Kum potansiyeli bakımından iki tane büyük çayımız vardı. Onlardan bir tanesi Filyos Çayı yatağı, ki burası Devrek´ten başlayıp Filyos´un denize döküldüğü yere kadar oldukça zengin bir kum yatağına sa­hipti. İkincisi ise, hemen hemen bölgedeki tüm inşaatlara yetecek derecede kuma sahip olan Ereğli´ deki Gücük Çayı idi.”

“KENDİLERİNDE KIYAMET KOPARDILAR”

“Kum firmaları, böylesine zengin kum potansiyeli olan bu bölgelerde kum almaya yanaşmıyorlardı. Hem mesafenin uzak olması, hem de deniz­den alman kumun yıkanmış ve temiz olması işlerine geliyordu. Denizden kum alma ruhsatı olan bir büyük firma, işin kolayını bulmuş, bütün kamu kurumlarına bedava kum verdiği için de ruhsat konusunda hiçbir sorunla karşılaşmıyordu. Bütün bu ilişkiler ağı, ne yazık ki, içinde yaşadıkları kenti öldürüyordu. Kısa bir çalışmanın ardından Gücük Çayı ile Filyos Çayı´nın yataklarını parsellere ayırmak suretiyle hangi parselden kum alınacağını yasal prosedürlere bağladım. Bu işler tamamlanınca da kum alım işini ihaleye çı­kardım. Kum firmaları sanırım bu yöndeki çabalarımızı küçümsemiş olma­lı. Kendilerince nasıl olsa denizden kum almaya devam edeceklerdi. Ancak, 165 kilometrelik kıyı şeridinde kum alımının yasaklandığını (Kömür İşletmeleri de bu yasak kapsamındaydı.) öğrendiklerinde önce şaşırdılar, şaşkınlıkları üzerinden attıktan sonra feryadı figana başladılar. Kendilerince bir kıyamet kopardılar. İşin peşini bırakmak gibi bir alışkanlıkları yoktu. Bir süre sonra kaçak yollarla kum alımını yapmak istediler ki, aldığımız önlemler karşısın­da geri adım atmak zorunda kaldılar. Jandarma nerede ise kuş uçurmuyordu. Kıyı kesiminin bir bölümünü “özel tapulu alanı” diye kum ocağı olarak işletenlerin de ocaklarına mühür vuruldu. Ruhsatları iptal edildi. Özel alana bir yasak getirilemeyeceği gerekçesiyle bu şahıslar, özel idareyi mahkemeye verdiler.”


“SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI’NI DEVREYE SOKTULAR”

“Mesele Danıştay’a kadar gitti. Danıştay, verdiği kararda, Valilik makamı­nın kamu yararı gerekçesiyle bu tür bir yasak koyabileceğini hükme bağladı ki, bu karar çok önemli bir karardı. İşlerimizi daha da rahatlatmış oldu. Kandilli bölgesindeki kum firmaları bu kez Sıkıyönetim Komutanlığı’na başvurarak, bu yasağın kaldırılması yönünde devreye girmelerini istediler. Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan gelen yazıda, kamu yararı olmakla birlikte uygulamanın vatandaşları mağdur etmemesi gerektiği belirtiliyor, yasak­lama kararının yeniden gözden geçirilerek gereğinin yapılması isteniyor­du. Bu aslında, bir rica değil âdeta verilmiş olan bir talimat veyahut bir emirdi. Komutanlık, alınacak karar sonucun da bir an evvel bildirilmesini istiyordu. Sıkıyönetim Komutanlığı’na, Valiliğimce verdiğim cevaba, Danıştay kara­rını da ekleyerek, yapılan şeyin kanuna uygun olduğu, kanunen yasaklanmış olan bir yasağın kaldırılmasının söz konusu olmadığı iletildi. Bu cevabımdan sonra Sıkıyönetim Komutanlığı da verilen cevaptan tatmin olmuş olmalı ki, bundan sonra başka bir yazışma olmadı.”


“TEVFİK BAŞAKAR’A ŞAHSİ VASİYETİM OLDU”

“Kum konusunda aldığımız bu tedbirler etkisini gösterdi, deniz artık kı­yıyı yemek yerine kıyıya kum getirmeye başladı. Şehir trafiğini alt üst eden yüzlerce kamyon da şehir dışına çıkmış oldu. İnşaatlarda kullanılan deniz kumunun yasaklanması ile de daha sağlam ve güvenilir inşaatlar yapılmaya başlandı. 1984 yılında Zonguldak Valiliği’nden İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı gö­revine atandığımda, benden sonra Zonguldak Valisi olan Tevfik Başakar arkadaşıma sıkı sıkıya tembihledim, kum konusundaki yasağın benim şahsi vasiyetim olduğu, bu alandaki düzenlemelerle Zonguldak kıyılarını kurtar­dığımız noktadan geriye dönülmemesini rica ettim. Benden sonra gelen ida­reci arkadaşlarda uygulamayı sürdürmeye devam ettiler. Kumcuların birçoğu Zonguldak kıyıları kendilerine kapanınca, Kasta­monu kıyılarına gidiyor ve oradan kum alıyorlardı. Yazar Rıfat Ilgaz, Kastamonulu idi ve Kastamonu´nun Cide ilçesinde ikamet ediyordu. Cide´de deniz sahili kilometrelerce uzayan bir kumsala sahipti. Kum mafyası şimdi bu sahilden kum alıyordu. Yazar Rıfat Ilgaz çıkardığı mahalli gazete­de şöyle yazıyordu:

"Kastamonu ile Zonguldak illeri ayrı devletlerin sınır­larında mıdır ki, Zonguldak kıyılarında kum alma yasağı uygulandığı halde, Kastamonu sahilleri kum mafyasının eliyle yağma ediliyor."


“KAÇAK BİNALAR YIKILIYOR”

Vali Galip Demirel, bugün de Zonguldak’ın en büyük sorunu olan kaçak binalar, kaçak, ama imara uydurulmuş binalarla ilgili o dönem verdiği mücadeleyi ise şöyle anlatıyor:

“Kum talanını hallettik, ama sorunlar üst üste gelmeye devam ediyordu. Zonguldak´ın en güzel sahil merkezlerinden biridir Kapuz. Halkın denize girip çıktığı, piknik yaptığı bir plaj alanından söz ediyorum. Kapuz´a yaptı­ğım ziyaretlerin birinde, plajın bütün güzelliğini öldüren bir binanın yapıl­makta olduğunu gördüm. Kaba olduğu kadar, meydana getirdiği çirkinlik, kıyının bütün güzelliğini nerede ise öldürüyordu. Hangi cesaret ya da hangi izin ile böylesi bir çirkinliğe geçit verilmişti? Yaptırdığım araştırmalarda çıkan şey, binanın kaçak olduğuydu. Ne yapım ruhsatı vardı, ne de herhangi başka bir izin belgesi. Belediyenin sorumluluğu altında olması gereken işlere de el atmak zorunda kalıyordum. Kanunsuz işlere mani olmak, kamu çıkarının korunması ve ortak iyinin hâkim olmasına çalışmak elbette bir görevden çok, zorunluluktu.”


“MÜHÜRLETTİĞİM BİNA ÜÇ KAT OLARAK YAPILMIŞTI”

“Bu düşünceler ve mülahazalar ışığında, 775 Sayılı Gecekonduyu Önleme Kanunu´nun bize verdiği yetkiyi kullanarak, binanın yıkılmasına hükmettik. Elbette ki, riskli bir müdahale idi. Aslında çok riskli bir karardı. Mahkemeye başvurmak sureti ile aksine bir karar da alınabilirdi. Ancak herkesin gözüne batan bu binanın yıkılmasını halk benden bekliyordu ve ben bu riski göze almak mecburiyetindeydim. Yine Bartın ilçesinin İnkumu sahil bölgesinde, Güzelcehisar mevkiinde buna benzer bir kaçak binanın hızla yükselmekte olduğunu gördüğüm za­man şaşırıp kalmıştım. Vatandaş, bu kadar riskli bir işi yapmaya nasıl cesaret edebiliyordu? Temel atma seviyesine gelmiş binayı mühürlemek sureti ile durdurduk. Bartın Çilek Festivali´ne gelen misafirleri, Karadeniz´in en gü­zel sahillerini görmeleri için Güzelcehisar´a götürmüştüm. Sonbaharda te­melde mühürlediğimiz kaçak binanın 3 kat olarak tamamlandığını görünce, gerçekten sinirlendim, demek ki kış ayları süresince mühür sökülmüş ve bina tamamlanmıştı.”


“YIKILACAK BİNAYI OKUL BİNASI OLARAK VERMEK İSTEDİ”

“Zonguldak´a döner dönmez İl İdare Kurulu’na yıkım kararı aldırdım ve Köyişleri Müdürlüğü’ne talimat vererek, kaçak binanın yıkılması­nı istedim. Bu arada bina sahibi aklına gelen bütün makamlara telgraf çekmek sureti ile binanın yıkımının durdurulmasını istiyordu. Ümidi kesilince, son olarak valiliğe çektiği telgrafta, binanın yıkılmamasını köye okul binası olarak hibe edebileceğini belirten bir dilekçe gönderdi. Arkadaşlar sevindiler, “iyi fikir” diye, ama ben kabul etmedim, zira o binanın yıkılmamasını kabul etseydim, adamın biraz ilerde yapacağı ikinci binayı yıkamayacaktım. Zira “önceki bina­yı siz yıkın, ben de bunu yıkayım” diyebilecekti. Hatırladığıma göre binayı yı­kabilmek için 59 adet dinamit kullanmışlardı. Bunun dışında gene İnkum´da kumsal üzerine yapılan kaçak binaları da aynı yolla ortadan kaldırdık.”


“İLGİNÇ YÖNTEM!”

Galip Demirel’in anlattığı olaylar arasında öyle biri var ki, istenildiğinde sorunun nasıl çözümlenebileceğini çok iyi anlatıyor. Amasra’yı ve oradaki bilinçli kazayı şöyle anlatıyor Demirel:

“Zonguldak´tan ayrıldıktan sonra, aradan yıllar geçmesine rağmen bu, kıyı bölgelerinde kaçak yapılar yapmaya bu güne kadar yukarıdaki örnekler sebebiyle kimse cesaret edememiştir.

Yine tarihi ve turistik merkezlerden biri olan Amasra´da halkın kulla­nımına yönelik olarak oldukça geniş ve güzel bir park yapımı için harekete geçtik. Fatih Sultan Mehmet, Amasra´ya gelişinde buraya âdeta aşık olmuş­tur. Vezirine, Amasra ile ilgili olarak, "Lala; Çeşm-i Cihan dedikleri yer bu mu ola?" mealinde bir söz söylediği anlatılır. Amasra, her açıdan görülmeye değer, ziyaret edilmesi gereken beldelerden bir tanesi. Fatih´in cihanın göz­bebeği olarak nitelediği Amasra´da düzenlenmekte olan şehir parkının orta yerinde çirkinlik abidesi bir bina yükseliyordu ve bu bina Anıtlar Kurulu’nca eski eser olarak tescil edilmişti, oysa gerçekten tarihi hiçbir yanı yoktu. Bu bina yıkılmadıkça, parkın düzenlenmesi bir anlam taşımayacaktı.

Yine ilginç bir yöntem ile bu meselenin üstesinden gelmiştik. Park ya­pılırken, küçük bir kaza meydana geliyor. Dozer harabe binanın önünden geçerken, binanın bir duvarını kazara alıp götürüyor. Tarihi bina çökmüş­tü. Bu kaza sonrasında binanın geri kalan yıkıntıları da ortadan kaldırıldı. Anıtlar Yüksek Kurulu, binayı yıkan nahiye müdürü ve belediye hakkında soruşturma açılmasını talep etti. Soruşturma izni de en yüksek mülki amir olarak bana aitti. Müfettiş, soruşturmaya gerek olmadığı kanaatine vardı. Ve İlçe İdare Kurulu da bu paralelde karar verdi, itiraz üzerine İl İdare Kurulu’na geldi. İl İdare Kurulu da İlçe İdari Kurulu’nun kararını onayladı. Böylece yargı kararı ile bu bina ortadan kaldırılmış oldu ve Amasra´nın en güzel par­kı yeniden düzenlenerek hizmete açılmış oldu.”


“EREĞLİ ESKİ HÜKÜMET KONAĞI NASIL YANDI?”

Galip Demirel’in anlattığı benzer olaylardan biri de Ereğli’nin eski hükümet konağındaki yangınla ilgili. Demirel anılarında açıkça burasının da devlet eliyle yakıldığını itiraf ediyor:

“Ereğli ilçemizde yeni bir Hükümet Konağı yapıldı, eski Hükümet Konağı ahşap ve harap durumdaydı. Bunun yıkılması için ilgililere talimat verdi­ğimde, “Efendim, eski binayı yıkamıyoruz. Çünkü Anıtlar Kurulu’nun kararı var” denildi. Amasra’da karşılaştığımız olay burada tekrar ediliyordu. Konuyu İlçe Kaymakamı ve Karadeniz Kuzey Saha Bölge Komutanıyla görüştüm, bir çare bulunmasını rica ettim ve “Allah korusun gece veya sıkışık bir zamanda bir yangın çıkarsa şehri tehdit eder” dedim. Aradan bir süre geçti bir Pazar günü sabah erkenden Kaymakam telefon etti: "Efendim, bu gece eski Hükümet Konağı’nda yangın çıktı, itfaiye hemen müdahale edemedi, bina neredeyse tamamen yandı, bereket versin yangın etrafa sıçramadan aldığımız tedbirlerle söndürüldü." Ben kendisine, “Müda­hale için ihmaliniz olmadı değil mi?” dedim gülerek, "Hayır efendim, yangı­nın söndürülmesi için canla başla çalıştık" dedi.”


“ZONGULDAKSPOR KÜME DÜŞECEKKEN…”

Ahmet Turan Ayhan’ın sorularını yanıtlayan Galip Demirel’in Zonguldakspor için verdiği mücadele dikkat çekici. Bursa maçı öncesinde yaşananları anlatan Demirel şöyle diyor:

“Zonguldakspor, Kömür İşletmeleri’nin yan kuruluşu gibiydi. Finans­manı bu işletme tarafından sağlanmaktaydı. Ne ki, Kömür İşletmeleri eko­nomik olarak gerilemeye başlamıştı, Zonguldakspor´da da düşüşler baş gös­terdi. Ekonomik olarak gerileyen bu takımın küme düşmesi, Zonguldak´ın sosyal ve kültürel yaşamına zarar verebilirdi. Futbol, asla futbol değildir. Futbol sayesinde şehir kimliğinin ve şehir bütünlüğünün sağlanması, futbol üzerinden sağlanan barış ve kardeşlik şuurunun devamı için, takımın küme düşmesinin önüne geçmek gerekiyordu. Bu amaçla içine düştükleri mali durumu anlatmak üzere ziyaretime geldiklerinde, ummadıkları bir destekle karşılandılar. Sorunun halli için gerekli olan ekonomik iyileştirmelerin yapılması yönünde yapılacak olan işleri ka­rara bağladık. Halk, takımlarının başarısı ve küme düşmemesi için Valiliğin organize ettiği yardım kampanyasına umulanın üzerinde destek verdi. Bu arada Zonguldakspor-Bursaspor maçı vardı. Maç Bursa´da yapılı­yordu. Zonguldakspor´un oyuncularından bir grup, yöneticilerden habersiz eğlenmeye gitmişlerdi. Disipline aykırı hareket eden bu futbolcular kritik Bursaspor maçında oynatılmadılar. Futbol, sadece bir oyun olarak telakki edile­bilir mi? Elbette ki nihayetinde bir müsabakadır. Ancak, oyunu da kurallarına göre oynamak, başarı için gerekli olan tek şey. Futbolcuları kritik maçta oynatmadığımız için takım maçı kaybedebi­lirdi, ancak biz ilkesel olarak takımını yalnız bırakan bu futbolcuları oyuna sokmamaya karar vermiştik. Bursa maçı tüm zorluklara rağmen kazanıldı, böylece Zonguldakspor, tüm kentin takımına sahip çıkması sayesinde, içi­ne düştüğü zor durumdan çıkarak, ligde tutunabildi. Zonguldakspor´a verilen destek, futbol altyapısının iyileştirilmesi çalış­maları ile de devam etti. Futbol sahalarının çimlendirilmesi ve profesyonel hale getirilmesi bu dönemde yapılan çalışmalarla gerçekleştirildi. Öyle ki sa­dece kent merkezlerinde, ilçelerde değil, aynı zamanda küçük kasabalarda da profesyonel çimlendirilmiş futbol sahaları yaparak, gençliğin spor yapması­nın önünü açtık.”


“ZONGULDAK-ANKARA YOLU”

Demirel’in temas ettiği konulardan biri de bugün hala tartışma konusu olan Zonguldak-Ankara yolunun o yıllardaki hali. Yeni güzergahın mimarlarından olan Demirel, Ahmet Turan Ayhan’ın, “Ankara-Zonguldak yolu ile ilgili bir çalışma var sizin döneminizde... Kent için en hayati çalışmalardan biri olarak biliniyor...” şeklindeki hatırlatısının ardından şunları ifade ediyor:

“O yol Karayolları tarafından yapılıyordu. Şimdi Sapça olarak bilinen yoldan söz ediyoruz. Zonguldak-Ankara yolu gerçekten de sık sık kazaların meydana geldiği sorunlu yollardan bir tanesiydi. Yılların ihmali nedeniy­le, bir türlü çözülememişti. Düşünün, İstanbul yolundan Mengen civarında ayrılıyorsunuz, Zonguldak yoluna giriyorsunuz ve Zonguldak´a aşağı yukarı on iki kilometre mesafede oldukça dik bir rampayı tırmanmak zorunda kalıyorsunuz. Öyle bir tırmanış ki, sert virajların yanı sıra oldukça dik ram­palar var. Kış geldi mi, bu yoldan geçmek çok daha zorlaşıyor. Karayolları, Sapça yolunu ıslah etmek yerine vadiden geçmeyi tercih etti ve gerçekten virajların ve rampaların tümü ortadan kalktı Zonguldak-Ankara güzergâhı standart bir yola kavuştu.”

Editör: Pusula Gazetesi