Romanın baştan ayağa bir Zonguldak hikayesi olduğunu belirten Yazar Nihat Altun, romanını şöyle anlatıyor; "Acının yakın tarihiyle başlıyor SON EYLÜL.

Yaşlı bir zanaatkarın gerçek yaşam hikayesinin bir kesitinden esinlenerek yazılan otobiyografik karakterli romanda; yoksulluk, dilsiz keder, aşk, yalnızlık, erken ölüm, bitmeyen yas, özlem, sınanan yazgılar ve doldurulmayan boşluklar iç içe örüntüleniyor. Olaylar zinciri, kendini kara taş rezerviyle var eden bir kentin geçmiş dönem panoramasında gerçekleşiyor.
Gerçek ile düş arasındaki sınır geçişkenliği bazen artıyor bazen yok oluyor. Fakat yeşil ve mavinin kara taş isi ve lokomotif dumanıyla bütünleşik olduğu kent, hep aynı minvalde bekliyor yazgısını. Sisler içinden gelen vapurlar, kara taş işçileri, kafa kağıtlı katırlar, beyaz kuşlar, tren yolculukları, dokunaklı sonlar... Kentin dünü ve bitmeyen hengamesi, küçük Mahir'in ağır kefaretle sınanan yaşamında doldurulamayan boşluklar bir bir anlatılıyor Son Eylül'de.
Baştan ayağa bir Zonguldak hikayesi. Kentin hafızası; terzi yamağı Mahir'in, Terzilerin Piri Ali Usta'nın ve kara taş işçisi Mustafa'nın şahsından göveriyor bir tutam.
"Yol ağırdı belki. Yas(ş)lı bir sonbahar kadar yorgundum ben de.
Şehir, köklerini eşelemeye devam ediyordu. Güneş birkaç kulaç daha atınca maviliğe gün düşecekti her renkten. Eylüldü, o kederli eylülün üzerinden ne çok sular akmıştı. Sondu, yaşanacaktı. Seyir defterimde saklı harfler, tamirlik yaralar..."