Zonguldak'ın Osmanlı Dönemi'ni çok az yazıyoruz.

Birçok yerel tarih yazarları Zonguldak tarihini 1828, kömürün bulunuşu ile başlatır. Oysa geride devasa bir tarih vardır.

Bunun nedeni; Osmanlı Dönemi'nde yöremize ait pek kayıt tutulmamasından kaynaklanır.

Elde kaynak olmayınca, yazacak pek bir şey kalmıyor.

Lakin, Osmanlı'nın genel tarihi var. Genel tarihten, bölgemizdeki tarih çıkartabiliriz.

Anlaşılması çok zor konular olduğu için daha iyi anlaşılsın diye ironi yaparak yazacağım.

Mesela; bugün Devrek'te toprağı boş duran Musa Amca'yı 1330'lu yıllara yollarsak, ailesini nasıl geçindirirdi!

Tabi; o zaman Devrek değil, Yedidivan'ın Hırızbeyili Nahiyesi'nin bir karyesi (köyü) dememiz lazım.

Musa Amca ile birlikte, Jandarma Karakol Komutanı'da yollamamız gerek. Rütbesi yüzbaşı olsun yeter.

Osmanlı'nın askeri sisteminde, Jandarma Komutanı bugünkü anladığımız şekilde olmayacak tabi.

Yine asker ama bölgede toprak sahibi bir asker. Yani maaşını devletten almıyor, Musa Amca'nın ektiğinden, sattığından vergi alıyor. Arazi devletin. Musa Amca ekip biçiyor...

Eğer geliri yıllık 20 bin akçe ediyorsa, vergisini bizim komutan alıyor.

Buna Sipahi ya da tımar askerleri deniliyor. Bugün jandarma iç güvenlikten sorumlu o yıllarda, hem iç hem de Osmanlı'nın savaşlarında görev alıyorlardı. Çok iyi kılıç kullanıyorlar. Savaş alanında sağda ve solda, bazıları da atlı birlik olarak yer alıyor.

Musa Amca, eğer Devrek'teki arazisi, yıllık 20 bin akçeyi geçecek bir tarla ise, o zaman vergisini Vali alıyor.

Osmanlı zamanında il olmadığı için buna Eyalet başkanları diyebiliriz. Bunlar "Beylerbeyi " gibi konumda kişiler.

Devrek o zamanlar Anadolu Eyaletin'de Yedidivan'a bağlı bir karye.

Eğer Musa Amca'nın arazisi çok verimli ve yıllık 100 bin akçeyi geçecek şekilde gelir elde ediyorsa, o zaman vergisini Padişaha, hanedan üyelerine, Veziriazama,üst düzey devlet görevlilere gidiyor.

Aslında Musa Amca ,1330 yılından çok daha önce; yani Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi'ne yollasak da, bundan farklı bir şekilde yaşamayacaktı.

Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde de işler aynı vergi sistemi ile yürütülüyordu.

Devlet askerlerine maaş vermiyor. Bunun yerine toprak veriyor ve bu toprağın vergisi bizim komutana kalıyor, yani tımarlı askere.

Bizim komutanın, yani tımarlı askerin yapması gereken görevleri var tabi.

O zaman; Devrek'te, vatani görevini yapan askerleri de geçmişe yollayalım.

Çünkü o askerler de o döneme gittiklerinde, " cebelu askerleri" oluyorlar.

Normalde köyünde yaşıyorlar ama komutan bunları seçiyor ve savaş eğitimi (Kılıç kullanma eğitimi) veriyor. Bu askerler komutanın akrabaları olacağı gibi toprağı işleten kişilerin çocuğu da olabilir.

Mesela Devrekli Musa Amca'nın 21 yaşında ki oğlu bugün vatani görevini yapmak için nasıl askere alınıyorsa, o zamanlarda savaş durumunda gençler eğitilerek orduya alınıyor. Diğer zamanlarda köyünde korumacılık veya değişik görevler yapıyor.

Kervan yollarını, kervansarayları korumak gibi.

Bugünkü Trafik Jandarma diyelim.

Devrek bugün Kuzey Anadolu fay hattı olarak bildiğimiz İstanbul'dan Erzincan'a kadar vadi oluşturan kanalın yakınında. O zamanlar kervan yolu burası. Bir şekilde İpek Yolu'nun uzantısı denilebilir. Bu yolun yan bağlantısı ise Devrek'ten Filyos ve Bartın'a geçiyor. Bu yüzden de kervanlar eşkıyaya karşı korunması gerekiyor.

Savaş haricinde bu askerler "Derbendçi, köprücü gibi" koruma görevlisi oluyor. Yani ticaret yollarını denetleyen, güvenliğini sağlayan kişiler. Bunlar da devletten maaş almıyor, hizmet karşılığında toprak alıyor.

Osmanlı savaşa katıldığında, bizim Musa Amca'nın oğlu gibi gençlerde savaşa katılıyor. Topraktan elde edilen gelire göre tımar sahibi asker elinde ki asker sayısı artırmak zorunda.

Eğer savaşa katılmaz ise ceza olarak sipahi toprağını kaybediyor.

Savaşa katılırken at, çadır gibi savaş malzemelerini de beraberinde getirmek zorunda. Bugünkü Kızılay'ın görevini de yapıyor.

Topraktan vergi alanlar sadece bunlar değil.

Biz en iyisi madencileri de yollayalım. Madencilerde işlettikleri madenlerin karşılığında toprak alıyor.

Saraya, şahin ve doğan kuşlarını eğiten kişilere de toprak veriliyor. Çaycuma ve Çatalağzı'nda Osmanlı kayıtlarında böyle aileler var.

Hakimleri de yollamak lazım. Zira o dönemin karşılığı, kadılar da hizmet karşılığında maaş yerine toprak sahibi oluyorlar.

Bunlara devlet maaş yerine toprak veriyor. Onlarda toprağı işletip paralarını kazanıyor. Kadılar savaşa katılmıyor ama devletin diğer alanlarında hizmet ediyor.

Musa Amca'nın dedeleri Osmanlı Askerleri bu toprakları ele geçirdiğinde gelmişler ama topraklar savaşa katılan kişilere verilmiş. Köylüleri de bu toprakları ekip biçmek için yerleştirmiş. Eğer Selçuklular zamanında yerleşmiş ise başında ki toprak sahibi değişmiş. Aslında bu sistem Avrupa'da ki krallıklarda da var. Soylular köylüler sistemi.

Fatih Sultan Mehmet'in bu topraklara seferleri ile birlikte bu sistem daha da genişleyerek Osmanlı Devlet sisteminin ekonomisinin bel kemiğini oluşturmuş

Devrek cami imamı, müezzini, gibi din adamları ile vakıflar, devlete ve saraya belirli mal ve hizmet sağlayan kişiler de toprak sahibi oluyor.

Bütün bunlar koşulsuz verilmiyor tabi!

Örneğin, bu topraklar başkasına satılamıyor. Toprak her şekilde devlete ait. Özel mülkleri olanlarda var tabi. Ama yine bu sisteme dahil.

Savaş olduğu zamanlarda mutlaka yanına yetiştirdiği askerlerini alıp, en yakın birliğe teslim olması lazım. Bizim günümüzde seferberlik emri olan kişiler gibi.

Savaşa gittiklerinde; yerlerine, toprağın ekilip biçilmesini devam etmesi için yerine birisini bırakacak ve o toprağı koruyacak elamanlar da olacak.

Eğer bu asker savaşa katılmaz ise toprak elinden alınıyor.

Ve ölürse, bu gelir ve toprak oğluna kalabiliyor ama o da babasının bu görevini sürdürmek kaydı ile.

Tabi babalar bunu bildiği için oğullarını da sipahi olabilecek özelikte yetiştiriyor.

Böylelikle Osmanlı para vermeden asker temin ediyor ve memuruna maaş vermek zorunda kalmıyor.

Peki devletin kasasına nereden para giriyor?

Geliri doğrudan doğruya devlet hazinesine giden topraklar var. Buna "Mukataa" deniliyor.

Böylelikle Osmanlı toprakların tamamı ekilip biçiliyor. Boş arazi kalmıyor.

Asker toplamada sıkıntı yaşanmıyor.

Hatta yeni askerlerin eğitimleri de kendiliğinden karşılanıyor.

Fetih'e katılacak askerlerde yeni alacakları toprakları düşünerek canla başla savaşıyor.

O zamanlar, devlettin yol, su, elektrik, köprü, otoban gibi yapmak zorunlu olduğu yatırımlar olmadığı için; bu şekildeki vergilendirme, devletin daha da güçlenmesine ve toprakların genişlemesine sebep oluyor.

Ta ki ne zamana kadar?

Tımar sistemi 1839'da Tanzimat Fermanı ile kaldırılana kadar.

Bu arada; Musa Amca kesinlikle Devrek'ten ayrılamaz "toprağı ekmeyeceğim" diyemez...Ben İstanbul'a iş bulmaya gidiyorum diye göç edemez. Yaptırımları çok ağır. Ama her zaman karnı doyuyor evinde ekmek pişiyor.

Yine de sanki bir köle gibi.

Musa Amca'yı 1700'lü yıllara yollasak, zülüm ile karşılaşacak. Zira artık tımar sistemi bir Derebeylik Sistemine dönüşmüş ve bunda en çok köylüler ezilmiştir.

Musa Amca'yı biz en iyisi, 1865'e getirelim.

Tımar kaldırılmış, üstelik tarımla uğraşanlara az faizle kredi vermek amacı ile bir sandık kurmuştur. 1867 yılında bu sandıklarla ilgili "Memleket Sandıkları Nizamnamesi" yayınlanmıştır.

Söz konusu sandıklar, ilk milli banka temelini oluşturmuşlardır. Çünkü bu sandıklar, tarım kredisi yanında, küçük paralara ihtiyaçları olanlara taşınabilir malların ipoteği karşılığında ödünç para vermeye başlatmıştır.

1888'de zaten Ziraat bankası kuruluyor.

Fakat bu seferde başında bela olarak Zonguldak Maden ocaklarında Mükellefiyet var.

O tarihlere yolladığımız diğer görevliler her dönem rahat .

Musa Amca'yı yüzyıllardır rahat ettiremiyoruz.

Hayati YILMAZ ile.

Zonguldak Tarih